Site Haritası

2010 Yılı Okudukları (13)


 DOĞU BATI VE TÜRKİYE
Halit Refiğ









 FİTNE
Gilles Kepel

Öndeyiş bölümünde İsrail ile Filistin arasındaki Oslo barışının iflası başlığını taşıyan yazısında, bir Filistinli çocuğun elindeki taşla İsrail tanklarına direnişini; “Televizyon izleyicileri nezdinde Filistinliler, mağduriyetin dili ve simgelerini ele geçirerek Yahudilere karşı kullanmayı ve bunların tüm siyasi getirilerinden faydalanmasını bilmişlerdir” yorumunu yapan bir yazarın kitabını daha ilk sayfalarda bırakabilirdim. 2004 yılında yaptığı bu akıl almaz yoruma konu alan ve sözde Filistin’in siyasi getirilerinden faydalanmaya başladığı direniş tarihi 1987. Dile kolay tam 17 yıl. İnsanın böylesine art niyetli bir saptamayı yapması için ya Yahudi lobisinin önde giden bir mensubu olması ya da Yahudi olması gerekir. Siyasi fayda sağlayan Filistin, yazarın bu yorumu yaptığı tarihe kadar geçen 17 yılda hiçbir siyasi hak kazanamaması bir yana, direnişini Gazze sokaklarında hala taş ve gözyaşı ile sürdürüyor. Yazar bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi İslam merkezli bir savaş temasından yola çıkarak ahkâm kesiyor. “Yeni muhafazakâr devrim” bölümünde ABD’nin Irak işgalini: “TV izleyicileri bombardıman altındaki Bağdat’tan yapılan canlı yayın sırasında ekranda gördükleri savaş muhabirlerini ve bunların arka planında Irak başkentinin cadde ve köprülerinde huzur içinde seyreden arabaları hatırlayacaktır” şeklinde yorumluyor. Bu yorumun arkasını, topluma yani sivillere zarar vermemek amacı ile kullanılan akıllı bomba ve füzeler ile bağlıyor. Tam anlamı ile bir kepazelik. Kalemi ile uşaklık etmek, sahiplerinin pisliğini örtmeye çalışmak için yazılmış bir kitap. Kitabı sonuna kadar okumayı başarırsanız daha bir yığın o dönemi takip edenleri ahmak yerine koyan satırlarla karşılaşacağınızın garantisini veriyorum. Beni sizin adınıza da okumuş sayın ve zaman kaybetmeyin. Gilles Kepel... Bu yazarı ,soyadının çağrıştırdığı Kepaze kelimesi ile geri dönüşmeyen çöplüğe gönderiyorum.

 KELİMELER
Mustafa İslamoğlu

Eserin “Kelimeler” ismi ile sunulmasının özelliğini anlamadım. Kapağı açmadan önce yazarın söylenmeyeni ve söylenebilecekleri farklı bir edebi anlayış gözeterek kelimelerin gücü ile söylemiş olabileceğini düşündüm. Ancak okudukça klasik gazete köşe yazılarından derlenmiş hissi uyandıran bir eser ile karşılaştım. Mustafa İslamoğlu 4 ana bölümde topladığı eserinde sevgi, hicret, islamda kadın konularını çok güçlü işlemiş. Bu ana konuları içeren yazıları çok beğendiğimi söylemeliyim. Ancak 3.bölümde okurlarından gelen mektuplara cevap verdiği yazılar ziyadesi ile sıkıcıydı. Bu eserin konusu olmamalıydı diye düşünüyorum. Sanki yazar burada “Bakın ben bu konularda ne kadar dirsek çürüttüm, çile çektim” demeye çalışmış. Bu yorumu yapmak haddime değil belki ama hissettiğim buydu. Kadın hakları savunucularının ve feministlerin özellikle okumalarını tavsiye ediyorum. İslamoğlu’na verecekleri cevapları merak ediyorum açıkçası...

 ŞEYTAN YEMİNİ
Jean Christophe Grange









 27 MAYIS YARGILANIYOR
Nazlı Ilıcak

Türkiye’nin bir yüzkarası olan ancak ülkedeki birçok kişinin bile bugün haklıydı-haksızdı tartışmasını yürüttüğü, ülkede darbe geleneğini oluşturan müdahalenin adıdır 27 Mayıs. Nazlı Ilıcak’ın 1975 yılında genç bir gazeteci iken o günün darbecileri ve mağdurları ile yaptığı röportajların yer aldığı eserini okumadan önce demokrasiyi içinize ne oranda sindirdiğinizin analizini yapmalısınız. Eğer bugün 12 Eylül’ü faşist bir darbe olarak görüp 27 Mayıs’ı meşru görenlerden iseniz, okumakla vakit kaybetmeyin derim. Zira darbeleri “Bizden olmayana yapılana oh olsun” düşüncesi ile değerlendiriyorsanız ve bugün darbelerle ilgili yüzlerce eser ve hatıra elinizin altında iken hala ideolojik yaklaşıyorsanız, Nazlı Ilıcak’ın röportajlarında altı kalın kalemle çizilmesi gereken birçok satır bir kulağınızdan girecek diğer kulağınızdan çıkacaktır. 27 Mayıs; millet iradesinin nasıl ayaklar altına alındığının, gazete manşetleri ile yargılama yapılan hukuksuzluğun ilk örneğidir Türkiye’de. İşte bu nedenle de çok önemli bir tarih sahnesidir.  Birçok röportajda 27 Mayıs darbesinde etkin rol oynayanların pişmanlıklarını okumak ilginizi çekebilir. Röportajlar içerisinde 539 sayfayı bana göre en doğru özetleyen kişi 2007 yılında vefat eden İsmet Giritli’dir. Sayın Giritli 27 Mayıs darbesinden sonra geçici anayasayı hazırlayanların içerisinde yer alan bir hukukçudur. Yani hukuksuzluğu hukuk diye yutturmaya çalışanların içinde yer almıştır o dönem. Ama röportaj boyunca Nazlı Ilıcak’a sabırla hep aynı şeyi söylemiştir. Özetle “Darbe yapılmıştır, darbe yapmak kanunsuzdur. Bu yapıldıktan sonra bunu darbe öncesi kanunlarla değerlendirip eleştiremezsiniz. Darbeyi yapanlar kendi kanunlarını koyar ve yürütür, bizde buna göre yorumlar yaptık o dönem” anlamını çıkaracağınız ifadeler beyan etmiştir. İşte olayın özü budur. Siz istediğiniz kadar yasa çıkarın. Bu ülkede darbecilere alkış tutanların azımsanmayacak oranı olduktan sonra yarın da darbe olur, bir gecede Milli Birlik Komitesi kurulur ve kendi kanununu yapıp sizin kanununuzu çöpe atar. İşte bu nedenle 12 Eylül 2010 referandumunda pusulayı yırtıp zarfın içine koydum. Bu referandumda Evet diyenler bir şeylerin değişeceğini zannedenler, Hayır diyenler ise Menderes ve arkadaşlarının asılmasından mutluluk duyanlardır. Buna adım gibi eminim. Nazlı Ilıcak’ın çalışması 27 Mayıs ile ilgili hazırlanmış en kapsamlı ve faydalı eserlerin başında geliyor. Darbelere kayıtsız şartsız karşı olanların bilgilerini tazelemeleri için okumasını tavsiye ederim.

 AY HIRSIZI
Sunay Akın

Şiirsel bir anlatımla okuyucuyu kâh uçurup kâh düşürüyor Sunay Akın Ay Hırsızı esersinde. Kimi zaman Enver Paşa’nın bitmek bilmeyen uçak kazalarından sağ kurtuluyor, kimi zaman Che Guevera’nın cesedinin bağlandığı helikopterin iniş takımlarında acı çekip Bolivya halkını selamlıyor, Atilla Hülagü ile deniz üstünde yürüyor, Ramazan ayındaki mahyaları izlemek için namazı hızlı kılıyorsunuz. 157 yaşında ölen Zaro ağanın Kinkong’a benzeyen dramına tanıklık ediyor, kelebek gibi uçup arı gibi sokan Muhammed Ali’nin uçağa ancak sırtında paraşüt ile bindiğine şaşırıyorsunuz. Tüm bu olup bitenler içinde sizi gezdiren Sunay Akın’ın Ay Hırsızı eserinde beni en çok etkileyen ise, kitabın ilk yazısı olan ve havacılık tarihimizin belki de en büyük şahsiyeti Vecihi Hürkuş’un acı hayatı olmuştur. Şener Şen’in beyaz perdede herkesi güldüren Vecihi karakterinden ayrı, hüzünle dolu bir hikâye. Eseri bitirdiğimde çocukluğumda oynadığımız oyuncaklardan neden bir tane bile saklamadığıma hüzünlendim. Sizde kitabı bitirdiğinizde bu hüznü taşıyabilirsiniz.

 AKP GERÇEĞİ VE LAİK DARBE FİYASKOSU
Osman Ulagay

22 Temmuz 2007 seçimlerinde halkın % 47’lik kesiminden onay alan AKP’nin ikinci dönemi öncesi ülkeyi bir yol ayrımına getiren kutuplaşmayı, seçim öncesi süreçte yaşananları, karşıt görüş içerisinde bu kadar objektif değerlendiren Sayın Ulagay’ı tebrik ediyorum. Laik darbe fiyaskosu, hakikaten 22 Temmuz akşamında gün yüzüne çıkan en önemli cümle. Osman Ulagay; AKP yönetimine karşı sloganlardan ve ezberden arınmadıkça alternatif bir siyasi oluşumun güç kazanamayacağını çok açık biçimde işliyor kitabında. Türkiye’deki sosyal demokratların, 1920’li Türkiye özlemi ile dünyadaki gelişmelere kapalı, halkçı görünüp halktan uzak bir anlayışla iktidar olunamayacağını belirtiyor. Bu kitap tüm AKP karşıtlarının okuyarak, nerede hata yapıldığının bir özeleştirisini bulacakları değerli bir eser. Osman Ulagay’ın yazdıklarından ders alınmadığı sürece siyasi tarihimiz kör dövüşüne devam edecek kanısındayım.

 KÜÇÜK ŞEYLER
Üstün Dökmen

Küçük Şeyler programı ile hemen hepimiz TV ekranlarında babacan bir profesörün insan ilişkilerini, çocuk eğitimini, hayattaki rollerimizi kırmadan dökmeden eğlendirerek bize göstermesi ile tanıştık. Değme komedi dizilerine taş çıkartacak parodilerin yetenekli genç oyuncular ile program boyunca sahnelenmesi hafta sonu ekran başında bizlere hoş ve verimli vakit geçirmemizi sağladı. Kitap, belki görsel bir sunum yapamadığı için programda izlediklerimizle kıyasladığımızda daha sıradan kalıyor. Ancak Dökmen hoca yaşamımızda kendimize yaptığımız haksızlıklar ile başkalarına yaptığımız haksızlıkları öyle güzel ve dengeli hatırlatıyor ki ortaya okunası bir eser çıkıyor.

 MEYHANE
Emile Zola

Fransız edebiyatının usta kalemi Zola, işçi sınıfının sıkıntılarını, çaresizliğini yalın bir dille anlatır Meyhane adlı eserinde. Yazıldığı dönemde Fransa’da büyük bir tartışma yaratmasının sebebi de bu yalınlık olmalı. Dünya klasiklerinden bir eser okuyup bitirdiğimde: “Evet, işte bu da bir klasik” demişimdir çoğu kez. Meyhane’yi bitirdiğimde de aynı düşünceler geçti zihnimden. Bugün yazılan romanlar neden klasik Dünya edebiyatı tadını veremiyor bilmiyorum. Bugünde aynı işçilerin Dünya üzerinde onlarca, yüzlerce sorunu var. Ama Zola’nın evlerimize konuk ettiği; Kupo, Jervez, Lantiye, Virgini, Nana, Löriye ve diğerlerini göremiyoruz bugünün romanlarında. Ya da yazılanlar bir Jervez gibi okuyanın psikolojisini bozacak kadar iz bırakmıyor zihinlerde. Dünya klasiklerini okumak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Meyhane’yi okuyun. Umutla tükenişin kol gezdiği sayfalarda Jervez ile birlikte dayak atın, caka satın, iyilik yapın, ona yapılan merhametsizliğe üzülün. Mösyö Guje’ye sığının, meyhanelerde sarhoş olun, açlıktan midenize söz geçiremeyin. Sonunda Jervez gibi ölmeyin ama acısını yüreğinizde hissedin. Eminim Emile Zola’da böyle isterdi. Son söz Emile Zola’ya: “Sevgili Zola, bugün mösyö Guje’lerin sayısı hala çok az. Ve ortalık Löriye ve Lantiye gibileri ile dolu bilesin…”

 ERGENEKON'UN ÇÖKÜŞÜ 2
Zihni Çakır









 ERGENEKON'UN ÇÖKÜŞÜ 1
Zihni Çakır

Ağustos 2007’de piyasaya çıkan eser için o dönem burun büküldüğünü belirtiyor yazar. Kitabı bugün okuyan biri olarak bende burun büküyorum. Çünkü kitapta bahsedilenler, Ocak 2008’de operasyon başlatılarak Türkiye gündemine Ergenekon davası olarak giren iddiaları içeriyor. Burun kıvırma sebebim de tam bu noktada açığa çıkıyor. Zihni Çakır bu çok gizli bilgilere nasıl ulaşmıştır? Kitapta Ergenekon yapılanması ile ilgili bilgileri kamuoyuna sızdırabilecek kişilerin örgüt tarafından öldürüldüğünü belirten bir yazar nasıl oluyor da devlet operasyon başlatmadan kısa bir süre önce bu iddiaları korkmadan servis edebiliyor? Bunu gazetecilik cesareti olarak açıklamaya çalışırsanız yazarın bu seri dışında geçmiş yıllarda kaleme aldığı bir kitap yok! Yani neresinden bakarsanız bakın Türkiye’de Ergenekon davasından önce kamuoyunu alıştırmak için yazdırılmış bir eserden öteye gidememiş eser. Kitapta anlatılanların birçoğuna biz Susurluk kazasından beridir aşinayız. Yani eserde yazılanların doğruluk payı var. Ancak benim itirazım, birilerinin kalemşörlüğüne soyunulmuş hissinin çok ağır basması. Yazarın kendisinin bile yıllarca içinde olduğu Türkeli gazetesi ve Taner Ünal ile olan yakın ilişkileri yıllar sonra bu kitap içinde Taner Ünal’ı çok ağır dille eleştirmesi çok düşündürücü. Yıllarca beraber olup kitabında belirttiği Taner Ünal’ın kirli ilişkilerine bizzat tanıklık etmiş olan Zihni Çakır’a, “madem Taner Ünal bu kadar kötü biriydi, neden yıllarca yanında çalıştın” diye soruyorum. Neresinden bakarsanız bakın konu olarak doğru bilgiler içerse de aşırı derecede hükümet (AKP) yanlısı bir kitap okudum. İkincisini de okuyacağım ama genel fikrimin değişeceğini sanmıyorum.

 YARİN GÖNLÜ SIRÇADIR
Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi’nin Yeni Şafak gazetesinde 2007 yılında kaleme aldığı güncel yazılarını okumak isteyen ey Azizan: Aman, sakin ve sessiz bir ortamda oku bu kitabı. Zira karşında dilin tüm kelimelerine hakim, paragraflar içinde parantezler açarak konuyu açan, zenginleştiren bir yazar var. Hüseyin Hatemi makalelerinin konusu ne olursa olsun yolunu sevgiye açan bir hukukçu.  Bu nedenle ister sınırlarımızda yaşanan terör, ister Ortadoğu siyaseti ister ekonomi… Konu ne olursa olsun sevgiyi kaybedişimizden beri düzlüğe çıkamadığımızın altını bıkmadan usanmadan çizer Hatemi. İnsanlığın eşitlik adaletini, din ve vicdan hürriyetini kanunlar ve statükolarla kısıtlayan, hor gören tüm oluşumlara karşı uyarma görevini layığı ile üstlenir yazar. Beni kitap boyunca “Azizan” hitabının dışında bir şey sıkmadı. Yer yer makalelerinde karşıt görüş ile kendi görüşünü sohbet ettiren üslubunu da oldukça beğendim. Kitap hacmi ve boyutları biraz büyük. Bu nedenle okuyucunun gözünü korkutabilir. İçerdiği yazılar gazetede yayınlanmış köşe yazıları olduğundan her gün 1–2 köşe yazısı okuyarak aynı anda başka bir kitap ile beraberde takip edilebilir düşüncesindeyim.

 HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMİYORSA
Mehmet Altan

Okuduğum her Mehmet Altan kitabından sonra aynı şeyleri düşünmekten sıkıldım. 20 yıldır 1.Cumhuriyet olarak nitelediği ve artık 1923 yılında asker vesayeti ile kurulan geleneğin, yerini yeni bir 2.Cumhuriyet anlayışına bırakması gerektiğinin altını çizen Altan, liberal bir ekonomi anlayışına sahip olunması gerektiğini de işler yazılarında. Haksız da sayılmaz. 1991 yılında eleştirdiği birçok konu ve benzerleri bugün 20 yıl sonra Türkiye’de hala başrolde. Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor. Hiçbir şey değişmiyorsa biri bize yol göstersin. Okurken o dönemin siyasetçilerinin isimlerinin yerine bugünkü siyasetçilerimizin uygun olanlarını koyun, alın size 1991 değil 2010 yazıları…