Site Haritası

Suya İmza (23.01.2008)


Yaz mevsimini daha çok sevmem, evden dışarıya çıkarken “Bir kot bir tişört, yallah”  sloganı ile hareket etme rahatlığına âşık birisi olarak, kış mevsiminde sırtımıza lahananın katları gibi geçirdiğimiz elbiseleri belirlemenin zahmetinden ötürüdür.  Üşüme katsayısına göre önce atlet, daha sonra yakası görünmeyen içlik, onun üzerine gömlek ve son olarak mevsim normallerine göre hırka-kazak-süveter üçlemesinden birini seçmektense, oturup bir havuz problemi çözmek daha kolay gelir bana. Tabi bu lahanavari katmanların üzerine cila niyetine giyilen mont ya da gocuk katmanını hesaba katmıyorum.
 
Yazının nereye gideceğini belirledik. Belki tebessüm ettirecek satırlar yazdık bir önceki paragrafta. Ama konumuz kış mevsiminde her insanın potansiyel şişman olması değil. Kara ve yağmura hasret geçirilen yaklaşık 2 yıldan sonra şu anda içinde bulunduğumuz kış mevsiminde gökyüzünden rahmet tabir ettiğimiz yaşamsal nesnenin bir türlü teşrif etmemesi konumuz.
 
Kuraklığın hat safhaya ulaştığı, bir elinde güneş bir elinde yağmur ile denge ipinde yürümeye çalışan doğanın bu ipten tepetaklak olduğu yıllardayız.
 
Çocukluk yıllarımızda, yağan karı müstakil ve bahçeli evlerde oturduğumuz zamanlarda pencereden seyredebilme keyfiyetine sahiptik. Sokaktan geçen arabaların, ertesi gün okulların tatil edilme ihtimalini lastikleri ile çiğnemesine içerler, lastiklere inat daha hızlı yağması için kar tanelerine psikolojik baskı yapmaya çalışırdık gözlerimizle. Ve çocuk hayalimiz, sabahları kalkıp TRT’deki ilk haber bültenine kulak kabarttığımız mahmur anlarda bir anda gerçek olurdu. O yaşlarda sadece İstanbul’a kar yağdığı zamanlarda severdik TRT’deki haber bültenlerini. Kar atmaya başladığında vanaların üstünü sıkı sıkı örtmek yine o yıllara has bir soğuk önlemiydi.
 
Geçtiğimiz yılın sonuna doğru yağan yağmurlar muhtemel su kesintilerinin önünü kesebilme adına umut olmuştu hepimize. Ancak yetkililerin “Yağan yağmurların İstanbul’daki barajları doldurabilmesi için 400 gün hiç durmadan yağmur yağması gerekiyor” ifadeleri bu umutların yerle bir olmasına yol açmıştı. 400 gün durmadan yağmurun yağmasının getireceği psikolojik moral bozukluğuna İstanbul halkı hazırdı belki ama Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası 2 yıldır küsmüştü bu ülkeye. Ne varsa şu Balkanlarda vardı. Sahi biz başka bir bölgeden soğuk ve yağışlı hava transfer edemiyorduk bir türlü. Sorun belki de buydu.
 
Soğuk olmasına soğuk İstanbul. Bunu kanıtlamak için doğalgaz faturalarını notere tastikletmek yeterli. Ancak yağış yok. Şöyle çatılara kadar kar yağsa, yapılacak olan kardan adamlar bile sırf İstanbul halkının susuz kalmaması için düzenli birlikler eşliğinde barajlara doğru yol alacak. Sadece birkaç gün olan ömürlerini daha da kısaltıp havzaların boşluğuna bırakacaklar kendilerini kullanılabilir su olmak adına.
 
Biz yıllar önce haftanın 3 günü musluklardan “tıss” sesini işittik. Susuzluğun getirdiği çileli metropol yaşantısını da biliriz. Televizyonda Kara Şimşek’i izlerken sular geldiğinde, evdeki boy boy bidonları küvetin içinde doldurma nöbeti için kardeşlerimizle kavga ettiğimiz yıllardı. Kara Şimşek daha önemliydi bizim için. Bu nedenle nöbeti asıp filme daldığımız anlarda çok su taşırdık halılara. Bulutlara yağmur bombası adı altında osuruk bombası atıldığına iyiden iyiye kendimizi inandırdığımız bir belediyecilik hizmeti gördük. Depodaki su basıncının tüplü şofbenleri çalıştıramadığı bir teknoloji dönemindeydik. Kazanda su ısıtarak yıkandığımız yıllardı. Eğer bu yazdıklarım İstanbul’da oturmanıza rağmen size yalan geliyorsa; muhtemelen siz, oy kapma sevdasına suların kesilmediği sosyetik semtlerde oturuyor olmalısınız o dönemler.
 
Ama artık hangi semtte oturursanız oturun, belki en son kesilecekler listesinin başında yer alan bölgeciklerde de yer alsanız, bu gidişle bu sular kesilecek! Suların 1 gün kesileceği haberini aldığında evindeki altı kapalı olan tüm kapları hatta küveti bile suyla doldurarak 3 günlük harcamasını stoklayan bir anlayışın olduğu bir şehirde ya hepimiz kokuşalım, ya da şu suyu adam gibi kullanmaya alışalım…

Gökhan UZUNOĞLU
23.01.2008 / İstanbul