Site Haritası

2017 Yılı Okudukları (30)


 SAVAŞ VE BARIŞ
L. N. Tolstoy

2017 yılında sadece Dünya ve Türk Edebiyatı klasiklerini okumaya karar vermiştim. Zira zaman sıkıntısı nedeniyle ihmal ettiğim o kadar çok klasik eser var ki okumakla bitmiyor. 2017 kararım da bu vesile ile ihmal ettiğim klasikleri bir nebze azaltabilmeye yönelikti açıkçası. Yılın son kitabı olarak finale yakışır bir eseri okunmuşlar listesine almak büyük keyif. Öncelikle bunu belirtmek gerek. İş Bankası’nın Kültür Yayınları adı ile tekrar tasnif edip okuyucular ile buluşturduğu basımından okumak da ayrı bir keyif... 2 cilt halinde toplam yaklaşık 1800 sayfalık bir eser bu. Sayfa sayısı gözünüzü korkutmasın. Tolstoy’un en büyük eseri sonuçta… Eserin ilk 200 sayfası, eser boyunca odanızda konuk edeceğiniz tüm karakterler ile tanışma faslı ile geçiyor. Evet, belki çok fazla karakter var. Dile kolay 1800 sayfa bir eserde bu kadar karakterin olması gayet doğal. Ama kesinlikle çok fazla değil ve kesinlikle zihninizde bu karakterlerin eserin içindeki yeri, kim olduğu vs. kesinlikle karışmıyor. Bu yönden gözünüz korkmasın derim. Savaş ve Barış sadece bir roman değil. Sadece bir tarih kitabı da değil. Büyük bir yazarın, kendi halkının içine sürüklendiği bir savaşın tüm yönlerini okuyucuya aktarırken, bu savaşı milliyetçi bir duygu ve görüş açısı ile değil, bir aydın gibi sebep sonuçlarını ciddi anlamda sorgulayarak kaleme aldığı bir başyapıt. Salt cephe sahneleri canlanmasın gözünüzde. Hayata ait hemen hemen tüm detayları buluyorsunuz eserde.  Kâh balolara gidiyor, kâh cephede attan düşüyor, kâh bir kurt avında koşturuyor, kâh kilisede kendinizi dine veriyor, kâh tüm servetinizi yardıma adıyor, kâh hovardaca bir yaşam sürüyor, kâh hastalanıyor, kâh hapse düşüyor idamın eşiğinden dönüyor, kâh enstrüman çalıyor, kâh çorap örüyor, kâh hükümdarın karşısında susuyor, kâh Napolyon’u öldürmek istiyor, kâh bir yangından tanımadığınız bir çocuğu kurtarıyor, kâh esir aldığınız düşmanınıza lapanızı veriyorsunuz. Eser bittiğinde o tüm karakterler yıllardır sizinle beraber imişçesine hafif bir burukluk bile yaşıyorsunuz diyebilirim. Eser çok büyük ve hacimli olunca yorumu da epey hacimli oldu. Bu kadarı da mazur görülsün ve okunsun derim. Son notlar olarak; eseri Rusça aslından çeviren Tansu Akgün’e de teşekkür etmek, bu eserlerin ilk olarak bizlerle buluşmasını sağlayan, bu yönde çaba ve emek sarf eden Hasan Ali Yücel’i de rahmetle anmak gerek…


 ONLAR DA İNSANDI
Cengiz Dağcı

Henüz ortaokul çağlarında, kitap okuma alışkanlığını edinmediğim çocukluk sayılabilecek bir dönemde okumuştum bu eseri. Uzun yıllar sonra tekrar okumak istediğim bir Cengiz Dağcı eseriydi benim için. O çocukluk döneminde eser ile ilgili tek hatırladığım dram yüklü bir roman olmasıydı. Bu hislerle tekrar gözlerime ve zihnime misafir ettim Dağcı üstadı. Cengiz Dağcı’nın kimliğini arayan, yaşatmaya çalışan, toprağına tutunmayı namus bilen o bozkırın insanlarının dramı yine gönlünüze konuk olacak. Rusya’daki Komünist devriminin bu topraklar üzerinde yaşayan Türklerin üzerindeki baskısı ile günden güne çaresiz bir drama sürüklenen hayat kesitini 3-4 aile üzerinden sizlere sunuyor Dağcı. Hepsi bizim insanlarımız… Tarlası, bağı, bahçesi, ineği, köpeği ile bizim kanımız. Bu nedenle sarıp sarmalıyor Dağcı’nın eserleri bizleri. Bekir ağanın insana dair o saf ve temiz duygularına kızıyorsunuz okurken. “Olmaz” diyorsunuz, isyan ediyorsunuz. Ivan’ın belasını ne zaman bulacağını bekliyorsunuz sabırla. Dağcı, eseri okuyucunun beklediği, istediği gibi bitirmiyor. Tam da “Onlar da İnsandı” dercesine… Bekir ağanın o saf insan odağında sonlandırıyor kitabı. Keyifle ama hüzünle okuyacağınız bir eser olacaktır. Tabi duygularınız körelmediyse ve kitap okurken içinde gezinmeyi başarabilen okuyuculardansanız.


 KORKU
Stefan Zweig

Eşini aldatan Bayan İrene karakteri ile Zweig inanılmaz bir ustalıkla rahat ve sorunsuz bir hayatında aslında insan ruhunda sıkıntı yarattığını işliyor eserinde. Yasak olana meyil eden insan ruhunun bu esnada aldığı hazzın sonrasında onu nasıl bir korku darboğazına sürüklediğini anlatıyor yine bilindik ustalığı ile. Aslında en büyük cezanın korku olduğunu gözüne sokuyor okuyucunun. Bunu İrene karakteri ile öylesine işliyor ki ; “Hadi be kadın! itiraf etsene artık! Rahatlasana! şantajcına boyun eğmesene…” diye iç geçirerek okuyorsunuz kitabı. Yine çok çok başarılı ve demirbaş bir eser büyük ustadan.


 AY IŞIĞI SOKAĞI
Stefan Zweig

“Ay Işığı Sokağı” adı ile 5 ayrı hikâyenin yer aldığı, İş Bankası yayınlarınca hazırlanan yine klasik bir Zweig ustalığı. Cimriliği yüzünden karısının terk ettiği bir adamın dramatik hikâyesini okuyorsunuz Ay Işığı Sokağı’nda. “Leporella” da bir insanın neredeyse ilah gibi benimsediği bir adamın peşinden hayata tutunan ve sonrasında hayattan vazgeçen bir karakterin hikâyesi sarıyor sizi. “Nişan” hikâyesinde Fransız bir albayın esir düşmeden hayatta kalma çabasını ve kendi askerleri tarafından karşılaştığı hazin sonu okuyorsunuz. “Leman Gölü Kıyısında Olay” hikâyesinde bir Rus askerin savaştan kaçarak ülkesine dönme mücadelesini, son hikâye olan “Avare”de ise okul sıralarındaki bir gencin eğitim serüvenindeki gelgitlerine tanık oluyorsunuz. Hikâyelerin ana teması hepsinin derin bir acı ile sonuçlanıyor olması. Tüm hikâyeler ölüme, intihara giden bir süreçten geçiyor. Belki de eşi ile birlikte 2.Dünya savaşı yıllarında intihar ederek hayattan vazgeçen Zweig ruh halini en çok bu hikâyelere serpiştirmiş olabilir. Acıyı bu kadar ustaca anlatan, kelimelerle adeta dans eden bu büyük üstat keşke vazgeçmeseydi hayattan.


 ŞIPSEVDİ
Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar eserinde körü körüne Batılı olma özentisinde olan ve hayatını bu yönde değiştirmeyi, ailesini de bu yönde yetiştirmeyi amaç edinmiş Meftun karakteri ile dönemini oldukça sert eleştiriye tabi tutmuş denebilir. Ancak Gürpınar’ın sadece Batı’ya ait toplumsal değerleri değil ülkemizin değer yargılarını da aynı şiddette eleştirdiğini görüyorsunuz eserde. Bir anlamda her iki anlayış ve yaşam biçimini de eleştirerek, kendi fikrinin rengini belli etmeyerek seçimi okuyucuya bırakıyor gibi. Zira eserde Batı yaşam biçimini benimsemiş karakterlerin de aksini benimsemiş karakterlerin de felakete uğradıklarını okuyorsunuz. Gürpınar kesinlikle esere doğru bir karakter yerleştirmemiş. Tüm karakterler ziyadesi ile sinir bozucu. Yani aslında Gürpınar bence eserde “kendi örf ve geleneklerimize sahip çıkalım” fikrini savunmuyor. Sürekli bir aldatma, iğrenç ilişkiler eser boyunca peşinizi bırakmıyor. Sürükleyici mi, evet... Ancak edebi değeri aynı şeyi söyleyemem. Zamanının piyasa kitabı olmuş algısından öteye gitmedi benim için.


 İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
Charles Dickens

Dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan İngiliz yazar Dickens, eserinde Avrupa’nın buhranlı dönemini Fransa sokaklarında okuyucuya aktarıyor. Acımasız, kuralsız, hukuksuz kilise yargı sistemi ile toplumun içine düştüğü dramatik dönemin, halk devrimi ile yerini bu kez aynı oranda kuralsız, hukuksuz ve acımasız yeni dönemini işliyor. Roman akıcılık ve merak bakımından beni 510 sayfalık hacminde 300 sayfadan sonra içine aldı diyebilirim. Her iki hukuk düzenini de şiddetli şekilde eleştiren Dickens romandaki karakterlerini her sınıftan seçmiş. Suçsuz yere yıllarca zindanda kalmış Doktor Manette’nin hapisten çıktıktan sonra kızı ve damadı üzerinden gelişen olayları konu alan eser bir klasik olması sebebiyle okunabilir.


 GÖMÜLÜ ŞAMDAN
Stefan Zweig

Zweig bu hikâyesinde Yahudilerin kutsal emaneti olan 7 kollu bir şamdanın peşinden okuyucuyu sürüklüyor. Zweig’in diğer hikâyelerindeki o çarpıcı tadı alamayabilirsiniz. Finali mutlu sonla biten ender Zweig eserlerinden diyebilirim.  Biraz fantastik biraz efsane tadında bir hikâye. İlk tercih edilebilecek bir Zweig eseri değil bana göre.  Ama hedefiniz tüm Zweig eserlerini okumak ise benim gibi, okunmuşlar arşivinizde mecburen olması gerekir.



 VEBA
Albert Camus

1957 Nobel Edebiyat ödülü almış olan eseri uzun yıllardır okumak isteyip bir türlü okuyamamıştım. Nasip bu yıla imiş. Cezayir’de geçen roman şehirdeki farelerin hızla ölmesi ve bu ölümlerin şehirde yarattığı paniğin Veba salgını ile yerini çaresizliğe bıraktığı dram aslında. Kendini bu salgına karşı sorumlu hisseden bir gazeteci, doktor ve rahip ekseninde hastalık ile edilen amansız mücadeleyi konu alıyor. Bu 3 ana karakterin mücadele sırasında kendi hayat kesitlerinden topluma karşı olan sorumluluk bilinçlerini bu bilinçlerdeki farklılıkları okuyucu ile buluşturuyor yazar. Eser boyunca ölümlerin ne zaman azalacağını son bulacağını merakla bekliyorsunuz. Çevirmeni eleştirmek haddimize değil. Ancak bu kadar ünlü ve klasik olmuş bir eserde okurken bir şeylerin hep eksik kaldığını düşünüp durdum. Zaman zaman keyifsizce bitmesini beklediğim zaman zaman çok keyif aldığım bir klasik oldu benim için. Bilemiyorum, belki bana öyle geldi ama sanki çeviri de sürükleyicilik anlamında bir problem var gibi hissettim.


 ACIMAK
Reşat Nuri Güntekin

Türk Edebiyatında bir yapıtaşı sayılır Acımak… Yıllar sonra okuyarak geçmişte okuduğum dönemdeki aynı keyfi aldığımı söylemeliyim.  Babasının ölümü sonrası eline geçen günlüklerini okuyarak onu ne kadar yanlış tanıdığını anlayan idealist Zehra öğretmenin hüzünlü hayat hikayesine tanık olacaksınız. Yaşam mücadelesinde her zaman doğrudan yana kalmanın gerçekten
mümkün olup olamayacağını yazar okuyucuya ustalıkla sorgulatıyor. Dışarıdan tanık olduklarımız ile vardığımız yargıların aslında iç yüzünün ne kadar farklı olabileceğini anlatıyor Güntekin. Zehra’nın babasının hayat hikayesindeki savrulmalar, iç hesaplaşmalar özetle temiz yeni sayfalar açmaya çalışan bir babanın dramı okuyucuyu oldukça hüzünlendiriyor. Her yeni sayfada hayata, kötülüklere yenik düşen bir babanın Zehra ile hayata tutunma ideali Acımak…


 ŞATO
Franz Kafka

Kafka’nın psikolojik durumu ve hayatındaki içine kapanık ruh halinin kesinlikle eserlerine yansıdığı görünüyor. Şato’da ne anlatmaya çalıştığına okuyup bitirdikten sonra epey kafa yorabilirsiniz. Neden okudum da diyebilirsiniz. Ben neden okudum dedim. Hiç keyif almadım baştan sona. Bir klasik olması ve Kafka hatırına okuyup bitirdiğimi söylemeliyim. Bu tip eserlerin nasıl klasik olduğunu da anlamış değilim. Kafka roman boyunca aslında bir yönetim biçimini arıyor diyebiliriz. Memurları ve çalışanları ile ulaşılmayan bir Şato’nun insanın ruhunu daraltan garip hikâyesini okuyorsunuz. Kadastrocu K ekseninde gelişen olaylar, insanda merak uyandırmayan bir kurgu ile sona ulaşıyor. Garip insan ilişkileri ile insanı yok sayan devlet anlayışına bir tepki olarak mı yazmış diye düşündüm. Klamm… Eminim sizde bu umursamaz ne olduğu belli olmayan ulaşılmaz memurun gırtlağını sıkmak isteyeceksiniz okurken. Arşivime eklediğim kötü, beni hiç etkilemeyen gereksiz bir eserdi.


 OLAĞANÜSTÜ BİR GECE
Stefan Zweig

Zweig bu hikâyenin başında kendisine ait olmadığını belirtiyor. Tarafına yayınlanması için gönderilen gerçek bir yaşam kesitini kahramanların isimlerini değiştirerek başka bir detayını değiştirmeden yayınladığını not etmiş. Anlatım tarzına bir müdahale ya da editöryel bir düzenleme yoksa gerçekten, kaleme alan kişinin bir Zweig hayranı olduğu düşünülebilir. Zira hikâyenin başındaki yazarın notunu gerçek mi acaba diye sorguluyorsunuz okurken ister istemez. Üslup, akıcılık bir Zweig eseri gibi. Küçük yaşta bir servet sahibi olan kahramanın 38 yaşında yaşamını sorgulaması ile başlayan hayat kesiti aslında eser. Hiç karışamadığı sıradan insanların hayatına katılarak huzuru bulan bir burjuvanın keyifli hikâyesini okuyacaksınız. Özellikle at yarışlarını izlediği hipodrom sahneleri gerçekten çok etkileyici ve keyifli.


 BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU
Stefan Zweig

Karşılığı olmayan, hatta farkındalığı olmayan bir aşkın, sevginin, tutkunun hazin hikâyesini anlatıyor Zweig. Yine kahramanları hemen yanı başımızdaymış gibi gerçek yaşamın içinden seçilmiş sanki. Bir kadın ile erkek ilişkisini toplumun değer yargılarını da sorgulayarak müthiş bir hikâye çıkarmış yine yazar.




 KORKUYU BEKLERKEN
Oğuz Atay

Tutunamayanlar eserinden sonra okuduğum bu 2. Oğuz Atay eserini daha etkileyici buldum. Sanırım bunun temel nedeni hikâyelerden oluşması. Özellikle “Beyaz Mantolu Adam” “Unutulan” ve “Babama Mektup” etkileyici… Kitaba ismini veren “Korkuyu Beklerken” adlı hikâye için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Zira Atay’ın o melankolik ve ironi dolu üslubunu çok sevemedim. Sürekli parantezlerle ikinci bir sesin konuşturulduğu, insanın yazının bütününe odaklanmasını zorlaştıran üslubu beğenmiyorum. Oğuz Atay’ın bu eserleri kaleme alırken böyle bir derdi yoktu şüphesiz. Bugünde yaşasaydı olmazdı. Kendine has bir yazı dili olan yazarın döneminde neden okunmadığına bugün birçok yazar ve eleştirmen “anlaşılamadı, kıymeti bilinmedi vs.” diyebilir. Ben böyle düşünmüyorum. Bugün bile okurken insanı yer yer boğan bir dili var Atay’ın. Kitaplarının okurlarla tanıştığı dönemde okunmamasını anlaşılır buluyorum. Oğuz Atay okumayı bir mertebe olarak kabul eden, eserlerini başyapıt sınıfına koyan ve bir anlamda bununla garip bir egoya kapılan düşünceyi de saçma buluyorum.


 KIRMIZI VE SİYAH
Marie Henri Beyle Stendhal

18-19 yy’a ait birçok Dünya edebiyatı yapıtı klasik olarak kabul edilir. Ancak bunu gerçek anlamda hak eden eserler her dönem zevkle okunabilen eserlerdir. Kırmızı ve Siyah kesinlikle bir Dünya klasiği… Ve tüm kitapseverlerin ömürleri boyunca mutlaka tanışması gereken bir yapıt diye düşünüyorum. Romanın ana karakteri Julien’in kararsız, tutarsız ve onu bir anlamda felakete, ölüme sürükleyen yaşamını okurken dönemin burjuva sınıfına ait bir tahlilde okumuş oluyorsunuz Stendhal’ın kaleminden… Julien’in geleceğe dönük hırsları, papazlık ile burjuva sınıfının içindeki çocuk eğitmenliği arasındaki git gelleri sizi kitaba bağlıyor. Genç yaşta onu çıkmaza sokan 2 ayrı aşk ile hayatı kararan Julien… Kitabın sonlarında Julien’in yargılandığı sayfalarda bir anlamda Fransa ve Paris için yazar etkileyici bir manzara sunuyor okuyucuya. Adalet sistemi ve dönemin siyasetindeki yanlışları ince ince romanına işliyor. Keyifle okudum.


 FELATUN BEY VE RAKIM EFENDİ
Ahmet Mithat

Türk Edebiyatının emekleme dönemi eserlerinden biri olarak okursanız biraz daha fazla keyif alacağınıza eminim. Zira döneminde yazılan ve dünya klasiklerine girmiş batı yazarlarının eserleri ile kıyas kabul edilmeyecek derecede alt seviyede. Ancak yine de eseri önemli buluyorum. Hayatı; elde ettiklerine şükrederek, çalışarak yaşayan ve eser sonuna kadar her attığı adımda muradına eren Rakım efendi ile sadece keyfi tarafı ile hayata bakan ve sonunda hüsrana uğrayan Felatun beyin küçük bir hikâyesini anlatıyor Ahmet Mithat. Biliyorum… Çok tanıdık bir Yeşilçam senaryosu. Hadi sonunu da söyleyeyim. Ahmet Mithat her detayı mutlu sonla bitiriyor. Hacim olarak küçük sayılabilecek bir eser olduğundan hemen okuyup arşivinize kaldırabilirsiniz. Eserde karakterlerin konuşmaları ilkokulda bizim de yazdığımız örnek piyesler gibi. Karakterin ismi, sonrasında iki nokta ve konuşması… Çok basit değil mi? Olsun, yine de okuyun derim. Aslında konu her ne kadar bir Yeşilçam klasiğine benzese de Ahmet Mithat araya girip dış ses olarak olayları yorumlamasa daha hoş olurmuş. Eseri bence olduğundan daha basite iten detay bu dış ses formatı…


 EBEDİ KOCA
F.M Dostoyevski
Tamamen bir rastlantı olarak Gustave Flaubert’in “Madame Bovary” adlı romanından sonra okuduğum eser. Dostoyevski sanki Madam Bovary’deki Charles karakterini Flaubert’den ödünç almış ve onu “Ebedi Koca” yaparak hayattan öç almaya başlatmış. Çok benzer konu işlenmiş. İki eseri de okuyacak okurlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bir Dostoyevski eseri olması nedeniyle tereddütsüz okudum.




 MADAME BOVARY
Gustave Flaubert

Madame Bovary’den ziyade kocası Charles’in dramı olarak okuduğum bir klasik. Bovary karakteri sinir bozucu bir karakter. Onlarca olumsuzluğa rağmen hatasından uslanmayan, amiyane tabir ile bildiğimiz sokak aşüftesi konumunda. Bu karakterin karşısındaki şapşal Charles için zaten söylenecek çok fazla bir şey yok. Romandaki karakterlerin 2 isimle kullanılması okuyucu olarak hoşuma giden bir durum değil. Romanın başındaki anne Bovary ile asıl kahraman eş Bovary arasında romanın hangi karakter üzerinden ilerleyeceğini başta açıkçası kestiremedim. Anne Bovary üzerinden gelişeceğini düşünmüştüm. Dönemi itibari ile mahrem aile hayatını ve sadakatini gönül maceraları ile tarumar eden Madam Bovary’in (Emma) intihara kadar giden hikâyesini okuyacaksınız.


 KİTAPÇI MENDEL
Stefan Zweig

Diğer okuduğum Zweig eserlerine göre daha sıradan bulduğum bir hikâye olduğunu söyleyebilirim. Hacimsel olarak küçük olduğu için okuma hızınıza bağlı olarak 1-2 saatte okunmuşlar arşivinize katabileceğiniz bir klasik sonuç olarak. Zweig’in eserlerinde bu karakterleri ve ana konuyu seçerken kendine has meziyeti hayret uyandırıyor. Kitaplar ve tüm detaylarını ezbere bilen Mendel’in ilginç hikâyesini okuyacaksınız. Ve yine 2.Dünya savaşı yıllarındaki Avrupa’daki savaş deliliğini hissedeceksiniz. Zira Zweig karakterleri mutlaka bir yönetim baskısından sorgudan nezaretten nasibini alıyor eserlerde. Bunu ustaca eserlerine serpiştiriyor Zweig. Zaten bu nedenle aramızdan eşi ile beraber intihar ederek ayrılan bir dahi değil mi kendisi?


 AMOK KOŞUCUSU
Stefan Zweig

Eserin isminin bir hastalık adı olduğunu tahmin etmek imkânsız gibi bir şey okumadan önce. Nedir bu “Amok Koşucusu” Zweig, ismi ile merak uyandıran bu kitapta ne anlatmış olabilir düşüncesi ile elimi attığım güzel bir eser. Yine çarpıcı bir gerçeklik… Bir çırpıda bitireceğiniz hacimde olduğundan sıkılmadan Zweig tadına varın derim. Kürtaj için doktordan yardım isteyen, sonunda tutkuya ölüme varan bir hikâye deyip konuyu okumanız için kapatıyorum.



 TUTUNAMAYANLAR
Oğuz Atay

Oğuz Atay’ın farklı bir yazar olduğu kesin. Bu farklılık ruh halinin bir yansıması olabilir bilemiyorum. Döneminde çok okunmamasını bir anlamda fark edilmemesini de garipsemiyorum. Zira Tutunamayanlar’ı okuduğumda garip duygulara büründüm. Yer yer tutunduğum genel olarak tutunamadığım bir romandı. Oğuz Atay roman kahramanları ile yerleşik hemen her şey ile dalga geçiyor… Bazı bölümleri neden yazdığını, esere hangi bütünlüğü kattığını bugün yaşasaydı gerçekten sormak isterdim kendisine. Hayatınızda okuyacağınız en garip roman olacağına eminim. 724 sayfalık bu klasiği bitirdiğinizde bir kısmınız bana katılacak bir kısmınız katılmayacak. Okuduğuma memnunum. Bir şekilde hep merak ettiğim bir eserdi. Methini çok duyduğum bir klasikti. Bazı eserler vardır neden meşhur olduklarını anlayamadığım. Tutunamayanlar’da benim için böyle bir romandı. “Selim karakteri Oğuz Atay’ın ta kendisiydi bence” diyesi geliyor insanın.


 SATRANÇ
Stefan Zweig

Stefan Zweig ile tanışmama vesile olan bu müthiş kitabı tüm kitapseverlere şiddetle tavsiye ediyorum. Bu kadar küçük hacimde o kadar çok şey anlatmış ki Zweig. Kesinlikle usta işi bir roman ya da öykü… Artık adına ne derseniz... Satranç tahtası üzerinden Dr. B’nin Gestapo dönemine ait baskısını, satranç dışında hayatında hiçbir kişisel değer ve insan yönü bulunmayan Mirko Czentovic’in ukalalığını, bu iki ana karakterin satranç oynarken ki gerginliğini ve daha birçok şeyi eseri okurken çok net hissediyorsunuz. Anlatılmaz okunur bir dünya klasiği. Okuduğum kitaplar içinde müstesna bir yere sahip olmayı hak eden bir başyapıt diyebilirim.


 NETOÇKA NEZVANOVA
F.M Dostoyevski

Eser Dostoyevski’nin belki de yarım bırakmak zorunda kaldığı bir eseri olmasa onun en fazla ses getiren romanlarından biri olmaya namzet olabilirmiş. Konstantin Mochulsky’nin belirttiği gibi bu eseri, Dostoyevski’nin büyük romanlarındaki ideolojinin ve tekniklerin geliştirildiği bir laboratuvar olarak görebiliriz. Bu eseri yazarken gözaltına alınan yazar Sibirya kampında geçirdiği sürgün yıllarından sonra tekrar esere devam etmemiş. Yarım bir roman okumak size ne kadar keyif verir bilemiyorum. Ama ben sıkı bir Dostoyevski hayranı olduğum için yine de zevkle okudum. Netoçka Nezvanova’nın fakir ve çileli çocukluk yıllarından gençliğe adım attığı yaşa kadar ancak gelebilen eserde yazar kendine has klasiklerindeki havayı bence solutuyor okuyucuya. Ana karakter keman sanatçısı babasının üzerinden kurgulanıp devam edebilseymiş belki çok daha etkileyici bir roman olabilirmiş. Benim kişisel görüşüm böyle. Zira buram buram Dostoyevski karakterini hissettiğim, bir Raskolnikov olabilirmiş baba Yefimov eserde. Daha fazla detaya girersem zaten yarım kalan bir romanı okuyacaklara bir şey bırakmamış olurum. Okunabilir bir eser…


 DÖNÜŞÜM
Franz Kafka

Kafka denildi mi “olmazsa olmaz okunması gereken” şeklinde methini çok duyduğum bir eser Dönüşüm… Kafka severleri kırabilir ya da üzebilirim. Ama söylemek zorundayım ki hiç etkilenmedim. Gregor Samsa’nın bir böceğe dönüşerek yakın çevresi üzerinden bir insanoğlu analizi yapmış olması bu küçük hacimde bana etkileyici gelmedi. Hacmi küçük, anlatımı sade, bitirdiğimde “Yahu Kafka bu eseri niye yazmış ola ki” düşüncesine kapıldım. Bir dünya klasiği olduğu muhakkak… Bugüne kadar okuduğum onlarca Dünya klasiğine nazaran sanki okuyanların olağandan daha büyük anlam yüklediği bir klasik diyebilirim benim için.


 KORKUNÇ YILLAR
Cengiz Dağcı

Cengiz Dağcı’nın ilk romanı olarak biliyorum Korkunç Yılları… Kırımlı yazarın buram buram vatan sevgisi kokan, vatan için katlanılması gereken acıları anlattığı bir roman. Sadık Turan daha dün yanı başımızdaymış, cepheye gitmiş, kendisinden haber alamadığımız bir komşumuz arkadaşımız gibi. Sanki mektupları bize göndermiş, o acı dolu esaret hayatını cepheden dönüp bizim evimizde anlatmış gibi. Bolşevik asker üniforması ile Almanlar’a karşı savaşan, sonrasında Almanlar için Türkistan vaadi ile Ruslar’a karşı savaşan Kırımlı, Akmescitli Sadık’ın vatan nedir kimdir sorusunu hüzün ile okuyacaksınız.  Cengiz Dağcı ile tanışmamış olanlar mutlaka okuyarak tanışmalı ve diğer eserlerini de vakit buldukça okumalılar diye düşünüyorum.


 ARABA SEVDASI
Recaizade Mahmut Ekrem

Recaizade Mahmut Ekrem’in Tanzimat dönemindeki bir nevi “sonradan görme” insan tipini alaya aldığı, Edebiyat tarihimizde de ilk gerçekçi roman olarak nitelendirilen “Araba Sevdası” basit anlatım dili ile bir çırpıda okuyacağınız Türk klasiği. Bihruz beyin baba mirası ile gününü gün ederken kara sevdaya düştüğü, aşkını anlatamadığı ve ondan haberi bile olmayan Periveş hanımın peşinden koştuğu, psikolojik bir drama dönüşen ve bu esnada varlıklarının eriyip bittiği hikâyesini okuyacaksınız. Okumazsanız bir şey kaybetmezsiniz. Aman aman bir edebiyat klasiği değil bence. Ancak yazarın zaten tek romanı olduğundan okunmuş arşivinizde yer verebilirsiniz.


 HUZUR
Ahmet Hamdi Tanpınar

Romanı bitirdiğimde ne hissettiğimi tam idrak edemedim diyebilirim. Hoşuma mı gitti çok mu sıkıldım. Karmaşık bir duygu içinde kaldım. Zaman zaman çok keyif aldığım, zaman zaman ise “nereden bulaştım bu eseri okumaya” diye düşündüğüm bir Türk Edebiyatı klasiği. 2.Dünya Savaşı arifesinde İstanbul’da Mümtaz ve Nuran’ın kısır döngü sayılabilecek bir aşk hikâyesinin anlatıldığı eserde bu aşkın dışında geçen sahneler o kadar sıkıcı ve bunaltıcı bir ruh haline soktu ki beni anlatamam. Upuzun cümleler. İnsanı kanser edecek tasvirler… Tanpınar’ı eleştirmek bir okuyucu olarak haddime değil ancak zaman zaman “Tanpınar’da Edebiyat yapacağım diye amma kasmış” dedirtti bana.


 KURT KANUNU
Kemal Tahir

Türkiye standartlarının kitap okuma oranına göre üstünde sayılabilecek oranda bir kitapseverim. Buna rağmen Türk edebiyatında önemli bir yazar olan Kemal Tahir ile 2017 yılında tanışmış olmam benim ayıbım. Kemal Tahir kesinlikle okunması tanışılması gereken bir yazar. Kurt Kapanı adlı romanında İttihat ve Terakki mensubu karakterlerin hem iç hesaplaşmasını hem de dönemin Halk Fırkası dışındaki siyasi oluşumlara karşı baskısını ustaca anlatıyor yazar. Taraflı bir bakış açısı ile değil ayrıca. Romanı bu detayı ile de çok beğendim. Okurken kim haklı diye peşin bir hüküm veremiyorsunuz. Kemal Tahir, eserinde olayları kurgularken, karakterleri konuştururken tarafsızlık ilkesiyle birçok “neden” sorusunun cevabını size bırakıyor. Kesinlikle basit bir roman değil. Çok büyük keyifle okudum. İzmir suikastı ekseninde olaya karışan, karışmayan kişilerin bir sürek avını andıran dramını okurken, bu suikastın ayrıca muhalefeti susturmak için bir fırsata mı dönüştüğünü soruyor yazar okuyucuya. Evet veya hayır cevabı, sizin ne oranda tarafsız baktığınıza ve roman dışındaki tarihi gerçekleri ne oranda bilip kavradığınız ile doğru orantılı. Kemal Tahir’in eserlerini mutlaka okumaya devam edeceğim. Bu ilk tanışma bana bunu dikte etti diyebilirim.


 GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ
F.M Dostoyevski

Hayattaki tüm zulümleri yaratan biziz ana fikirli bir öykü. Çevremizde olup biten olaylarda, gördüklerimizde duyduklarımızda, tüm yaşamda kısaca acıyı yüreğinizde hissediyorsanız bir şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu manevi acıyı hissetmek ve bu acıya karşılık maddi acıyı çeken o küçük kıza el uzatmak. İşte o zaman değişecek dünya.




 TİMSAH
F.M Dostoyevski

Yazarın belki de tek hayal kitabı. Hayal dememdeki kasıt; olağanüstü, gerçek hayatta hiçbir zaman olmayacak bir hayal ürünü üzerinden örülen bir öykü. Bir timsah tarafından yutulan İvan Matveiç ana karakterdir. Timsah karnında yaşayan İvan Matveiç bunu bir fırsata dönüştürmeye çalışır. Alaycı bir üslupla anlatılan olaylarda nihilizm dozu hat safhadadır. Çok iddialı keyif veren bir öykü olduğunu söyleyemem. Ama adı üstünde öykü olduğundan hacmi nedeniyle hemen okuyup arşive kaldırabileceğiniz bir Dostoyevski eseri.


 TATSIZ BİR OLAY
F.M Dostoyevski

Ne kadar uzun bir zaman olmuş üstadı okumayalı. Kitap okuma alışkanlığını edinmemde Dostoyevski babanın payı çok büyük. Tatsız bir olay bir öykü eseri yazarın... Yine sizi bildik puslu Rusya caddelerinde, dükkânlarında, evlerinde gezdiriyor üstat. Ben bu üslubu ve yazarı seviyorum. Küçük hacimli bir hikâyede burjuvazi ile gerçek yaşamın acımasız gerçeklerini öyle hoş anlatmış ki yazar. Mütevazi bir düğün ile evlenecek Pseldonimov’un nikâh eğlencesine tesadüf olarak katılan İvan İlyiç günün sonunda herkesi mutsuz edecek gelişmelere imza atar. Hiçbirinde kötü niyet olmayan tatsız olaylar zinciri. Keyifle okuyacaksınız. Nihayetinde Dostoyevski eseri…