Site Haritası

Çizgi Dram (21.12.2004)


Yaşama ait eski zaman anılarını okumak daima hoşuma gitmiştir. Bu belki gelenekçi yapım itibarı ile anlaşılabilir bir durum benim için. Teknoloji çağında yetişen biri olsam da nostalji diye adlandırdığımız eski zaman kesitlerini dinlediğimde ya da okuduğumda içimi bir hüzün ve özenme duygusu sarar. Çağımız, insana dair güzelliklerin son sürat yozlaştığı bir çağ. Bu kadar gelişmişliğin arasında beni mutlu eden eskiye dair anıların olması hoşuma gidiyor.

Şimdiki zamanın çocuklarına acıyorum. Paylaşımın en kıt olduğu bilişim çağında yaşıyorlar. Sanal bir çocukluk dünyası onların ki. Apartman blokları arasında dışarı çıkamamanın verdiği rahatsızlığı dahi hissedemiyorlar. Çünkü dışarısı diye adlandırılan mekân birçok kötülüklerle dolu onlar için. Onları bir hayal ürünü olarak bekleyen dilenci ve öcüler belki yok ama daha gerçek ve daha kötüleri var dışarıda. Onlar için en iyisi evde oturup çizgi film seyretmek.

Biz çizgi filmin haftada bir gün yayınlandığı dönemlerin çocuklarıyız. Pluto ile tanışıklığımız TRT’nin Cumartesi günkü çocuk kuşağından kalma bir ahbaplık. O zamanlar çocukluk mutluluğumuzu anlatmaya duygular yetmez sanırım. Gerçi özel kanalların yayına başladığı yılların, çocukluk çağından ergenlik çağına adım attığımız ana denk geldiğini düşünürsek, o dönemde tanıştığımız Ninja Kaplumbağaları da bir yere not etmek gerek. Ve tabi Voltranı da...

Mahallede 5 arkadaş bir araya geldiğimizde, komşumuzun bahçesinde bulunan yabani incir ağacına çıkıp “Voltrancılık” oynamak vazgeçilmez bir oyundu bizim için. Voltran’ı oluşturmak için birer aslan olurduk. Kırmızı aslan olmak, daha doğrusu “Ben Kırmızı Aslan” diye bağırmak zorumuza gitse de Voltaranı eksik tamamlamak olmayacağından bu duruma razı olurduk. Hepimiz zaman zaman kırmızı aslan olmak zorunda kalmışızdır. Zira erkekliğe halel gelmese bile, çizgi filmde bir kızın oluşturduğu kırmızı aslan olmak zorumuza gidiyordu açıkçası. Ancak biz çocukluğumuzda mızıkçılık yapmamayı öğrenmiştik vesselam. Sokak ve oyun kanunlarına karşı gelmeyen bir yapımız vardı. Voltran’ı oluşturup nemi yapıyorduk? Seçtiğimiz bir teneke parçasına havadan yabani incirleri yağdırarak Voltaran’ın namusunu koruyor, galaksimize teneke tarafından yapılan saldırıyı bertaraf ediyorduk. Yani çok güçlüydük be kardeşim.

Bayramdan bayrama televizyonlarda yayınlanan Redkit çizgi filmi özellikle benim ayaklarımı yerden kesecek bir mutluluk patlamasıydı o dönemler. Milliyet gazetesinin hafta sonları verdiği Redkit çizgi romanlarını biriktirip defalarca okuyan biri olarak bu mutluluğu bana çok görmemelisiniz.
Bizim çocukluğumuz ebeveynlerimizin bizi çizgi filmlerle uyutup etkisiz hale getirdiği dönemler değildi. “Karınca Ailesi ve Orman” isimli yerli çizgi filmden bile zevk alabilecek saflıktaydı çocukluk duygularımız. VCD icat edilmemişti henüz. VHS ya da BETA kasete duyarlı videoları olanlar bizim gözümüzde burjuva dünyasının insanlarıydı. Hoş, o zaman burjuvanın kelime anlamını bilmezdik ya neyse...

Biz az ve öz çizgi film izlerdik. Fazlasını izleme olanağımızda yoktu zaten... Bu sayede; taşla, iple, topla, misketle, gazoz kapağı ile oynanan oyunları profesyonelce oynardık. Bizim çocukluğumuzda futbolun bile bir keyfi vardı. Harçlıklar birleştirilerek alınan ucuz bir futbol topu sayesinde, futboldan anlamayan, ancak babalarının kendilerine top aldığı artist tavırlı çocuklara muhtaç kalmazdık. Gerçi topumuz ucuz olduğundan fazla dayanmazdı. Ya derisi soyulup içindeki şamyel parçası topun yüzeyine fışkırır, ya da patlardı. Bu durumda o kaliteli topa sahip çocukları maçlarda devrelik oynatmak zorunluluğu doğardı bizler için. Mahalle maçı oynama rekabetinin ne zaman kalktığını bilmiyorum ama bizler deplasmana gider gibi yola koyulduğumuz bir üst mahallede, kıran kırana maçlar çıkarırdık. Galibiyetimiz futbol hastası esnaf amcalarımız için önemliydi nitekim.

Az çizgi film izlerdik biz. Arta kalan vaktimizde ise çocukluğumuzu keşfederdik. Çocukluk kahramanlarımızı dönerek parçalayan “beybileyt” henüz oyuncak ailesine teşrif etmemişti. Pikaçularla o gün karşılaşsak onlara da herhalde apaçi derdik.

Bu arada bu kadar kahramanın arasında Pluto’yu, Heidi’yi, Yakari’yi göreniniz oldu mu? Sakın onları Doktor X kaçırmış olmasın. O zaman ekşınmen ile spaydırmenin kahramanlığı nerede kaldı. Sorarım size ey yeni nesil çocukları.

Gökhan UZUNOĞLU
21.12.2004 / İstanbul