Site Haritası

2020 Yılı Okudukları (30)


 AZ ŞEKERLİ
Sait Faik Abasıyanık
Bilgi Yayınevi / 100 Sh

Alemdağ’da Var Bir Yılan eserindeki hayal kırıklığının peşinden okuduğum Az Şekerli eseri daha keyifli bir Sait Faik Eseri… Hikâyeler daha sıcak ve daha içimizden insan suretleri içeriyor. Bazı hikâyelere devam edilse romanlaşabilecek bir kapasiteye bile sahipler aslında. Ama Sait Faik’in yaşamındaki o bir şeye bağlanmamak duygusu sanırım onu bu uzun soluklu yolculuklardan hep alıkoymuş. Hiç tanımasak da Sait Faik için günlük yaşayan bir insan yorumu yapabiliriz diye düşünüyorum. Bu günlük yaşam modu anlık yazıların bir sonucu gibi aslında. Abartılacak bir olağanüstülük yok bu eserde de. Ama okunabilir keyif alınabilir bir Abasıyanık eseri…


 ALEMDAĞ'DA VAR BİR YILAN
Sait Faik Abasıyanık
Bilgi Yayınevi / 108 Sh

16 kısa hikâyenin yer aldığı bir eser. Kitaba ismini veren “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı yazı da bu kısa hikâyelerden biri… Keyif aldığımı söyleyemem. 16 hikâyeden az biraz hoşuma giden iki hikâye oldu sadece. “Dülger Balığının Ölümü” ile “Bir Hastalık” isimli hikâyeler az biraz Sait Faik havası soluduğum iki hikâye oldu. Diğer hikâyeler açıkçası yazılmış olmak için karalanmış, temeli çürük binalara benziyor. Sait Faik’i çok seviyoruz diye bu kitabı da güzel bulmaya zorlamaya gerek yok kanısındayım. Ziyadesi ile kötü ve sıradan hikâyeler diyebilirim. Okudum ama bende hiçbir iz bırakmayan okuma oldu Alemdağ’da Var Bir Yılan.


 MAKALAT
Şems-i Tebrizi
Ataç Yayınları / 523 Sh

Mevlana’nın hayatında, fikirlerinde büyük etkisi olduğunu bildiğimiz Şems-i Tebrizi’nin “Makalat” adlı eserini uzun yıllardır okumak istemiş ancak bir türlü cesaret edememiştim. Zira daha önce çeşitli eserlerdeki alıntılardan, notlardan okuduklarım oldukça ağır bir dil ve anlaşılmaz metinler olarak aklımda yer etmişti. Mehmet Nuri Gençosman’ın büyük bir emek vererek daha günümüz Türkçesine çevirerek hazırladığı bu esere başlarken açıkçası kendimi hazır hissediyordum. 2015 yılındaki Konya ziyaretimiz esnasında dikkatimi çeken ve kitaplığımıza kattığımız bir eserdi aynı zamanda. Ancak Şems-i Tebrizi’nin Mevlana ile karşılaşması ile ilgili özet bilgilerden sonra başlayan sohbetler, aralarında geçen bahisler; yine birbirinden kopuk, anlaşılamayan, sizi eserden soğutan bir çileye dönüşüyor. Bende öyle oldu. Açıkçası Tebrizi’nin söylediği şeyler, zamanında bir sıra ile kayda alınmamış olabilir. Ne kadar derleyip düzenlemeye çalışılsa da ortaya anlaşılmaz metinler çıkıyor. Sadece sohbetler sırasında anlatılan bazı hikâyeleri, menkıbeleri anlayabiliyorsunuz. Maalesef o perde bende açılmadı. Sabır gösterip okumak isteyenlere başarılar…


 KAYIP ARANIYOR
Sait Faik Abasıyanık
Bilgi Yayınevi / 92 Sh

Bildiğim kadarıyla Sait Faik’in iki romanından biri Kayıp Aranıyor eseri. Henüz tüm Sait Faik eserlerini okumadım ama şu ana kadar okuduklarım arasında en beğendiğim eseri oldu. Başkonsolos Vildan Akyürek’in kızı Nevin Akyürek ve onun sizi sarıp sarmalayacak hikâyesini okuduktan sonra “keşke bitmeseydi” diyeceğiniz bir eser… Yazar; Nevin ana karakteri ile evliliklerin, sevginin, aşkın ve bilumum erkek kadın ilişkilerinin alayını kısacık bir hacimde derleyip toplayıp özetleyip gözümüze sokuyor. Nevin’in hayatına giren tüm erkekler üzerinden, acıklı bir dram ipine sarılmadan müthiş bir hikâye bırakmış bizlere Abasıyanık. Her dönem okunabilir, her dönem taze. Son sayfada ortadan kaybolan Nevin’i sadece babası konsolos Vildan Bey aramıyor. Biz de arıyoruz. Nevin’i bulsak belki bize daha ne çok şey anlatacak. Yanı başımıza oturtup “anlat Nevin” diyeceğiz. Kim bilir? Genç yaşta aramızdan ayrılan Sait Faik bir 15-20 yıl daha yaşasa idi mutlaka buluştururdu bizi Nevin ile…


 KUMPANYA
Sait Faik Abasıyanık
Bilgi Yayınevi / 112 Sh

Eseri Bilgi yayınevinin Mart 1996 yılındaki 10.basımından okudum. Sahaftan aldığım, eski kitap kokusunu içime çektiğim bir eser oldu benim için. Kumpanya; Sait Faik’in öykülerinden en uzun sayılabilecek olanlarından biri. Damağınızda yine Yeşilçam tadı bırakacak öykülerden biri... Bir avuç tuluat tiyatro sevdalısı insanın hayat hikâyelerinden kısa bir kesit sunuyor bizlere yazar. Bu hikâyeleri anlatırken öykü kahramanları arasındaki ilişkiler üzerinden dönemin küçük bir portresini de sunmuş oluyor okuyucuya. Sait Faik eserlerinde sıkça hissedilen “hayat gailesinde bu kadar telaşa ne gerek var” teması, kıyısından köşesinden yakanıza yapışıveriyor yine söyleyeyim. Eserde bir lokantada yemek yeme ve hesap ödenme sahnesi var ki; bu sahne okurken en keyif aldığım satırlardı açıkçası. Kitapta “Kriz” ve “Gauthar Cambazhanesi” adlı 2 öykü daha var. Bu öyküler için çok fazla bir yorum yapılacak detay yok. Kumpanya’nın yanında oldukça sönük iki öykü diyebilirim. Sizi alıp götürmüyor. Tabi ki değersiz diyemem ama üzerine çok yorum yapılacak öyküler değil.


 TÜRKİYE'NİN DÜZENİ DÜN BUGÜN YARIN
Doğan Avcıoğlu
Kırmızı Kedi Yayınları / 774 Sh

Eserin ilk basım tarihi 1968. Öncelikle bu tarihi dikkate alarak okumanızda yarar var. Doğan Avcıoğlu Osmanlı’nın son yüzyılı ve sonrasında yeni kurulan Cumhuriyet dönemi ile birlikte ekonomi analizi yapıyor kitabında. Çok emek verilmiş, detaylandırılmış bir kaynak eser çıkartmış ortaya Avcıoğlu. Bugün sık sık bu esere alıntı yapılmasının temel sebebi de bu olsa gerek. Hacmi oldukça büyük olan eseri neredeyse 2 ayda ancak bitirebildim ki bu kadar uzun süren bir okuma süresi nadir olmuştur benim için. Belirli bölümlerde sıkılabilirsiniz. Özellikle ekonomik rakamların, oranların tabloların olduğu kısımlar epey sıkıyor insanı. Çünkü bu rakamlar geçmiş 50-60 yıl öncesinin ekonomik rakamları. Tabi ki Avcıoğlu 60’lı yıllarda kaleme aldığı eserinde o yılların verilerini ve Dünya üzerindeki örnekleri size anlatıyor. Bugün hiçbir geçerliliği olmayan hatta iflas etmiş belirli siyasi ve ekonomik yöntemlere o günlerde olumlu görüşler sunmasını da bu tarihi aklınızda tutarak okumanızda yarar var. Avcıoğlu komünizm ve sosyalizm görüşünün savunucularından biri olarak bilinir. Ancak açıkça söylemeliyim ki eserini objektif bir değerlendirme ile kaleme almış. Yani salt bir “kesin komünizm propagandası yapmıştır” diye düşünerek burun kıvırmayın. Tabi ki belirli oranda, savunduğu görüşleri 774 sayfalık dev bir eserde dile getirmesi gayet doğal. Ancak kesinlikle bir dayatma dili yok. Bu açıdan da Avcıoğlu’nu takdir ettim. Eseri kitaplığımıza kattığım için mutluyum. Bu güne kadar okuduğum 700. kitap olmasını da not düşelim.


 BEYNİNE FORMAT AT
Barış Muslu
Doğan Yayınları / 250 Sh

Kişisel gelişim kitabı türü olmadığını iddia edip bildiğin dibine kadar kişisel gelişim kitabı ekseninde yazılmış çokça ticari kaygı hissettiğim bir okuma oldu. Açıkçası söz konusu sağlık olunca henüz çaresi bulunamayan rahatsızlıklar için ülkemizde çok büyük bir sömürü düzeni var. Kimisi bitkisel tedavi adı altında kimisi psikolojik tedavi adı altında ciddi bir suiistimal söz konusu. Barış Muslu’nun “Beyninize format atıp dertlerinizden kurtulacaksınız” ana fikirli kitabını başarılı bulduğumu söyleyemem. Sürekli bir bilimsellik tutturmuş yazarımız kitabında ama bildiğiniz yavan örneklerden kurulu bir eser çıkmış ortaya. Patentini aldığını iddia ettikleri neuroformat metodu ile hangi sıkıntılarınızdan kurtulursunuz bilemem. Bir kere bir şeyin devamı niteliğinde kitaplar çıkıyorsa oradan uzak durmak gerek. Beyne format atmak yetmemiş. “Sağlığa format at” kitabı çıkmış. Yetmemiş; aşk ile ilgili “Neuro Aşk” çıkmış. Yani çok satacak ve dibine kadar sömürülecek konular… Saç dökülmesinden kurtul, fazla kilodan kurtul, panik ataktan kurtul… Kendisi de epey kilolu yazarımız bu yöntemle nasıl verememiş kiloları hayret. Hani uyduruk kanallarda size bir tava ya da testere satmaya çalıştıkları reklamlar vardır ya. Canlı yayında yumurta kırarlar, tavanın nasıl olağan üstü bir tava olduğundan bahsederler. Kitabı okurken aynı bu uyduruk kanallarda reklam izliyormuş hissine kapıldım. İnsan beynine “Arkadaş beynimiz ilkel, mağarada yaşarken kaplandan kaçarken ki tepkiyi veriyor beynimiz, bunu formatladık mı işlem tamam…” gibi saçma argümanlar ile sizi etkilemeye çalışıyor. Yahu beyin o kadar ilkel ise ve ortada hala inandığın bir evrim teorisi var ise bu format yöntemi ile maymuna da dönebiliriz mesela. Barış Muslu’ya göre bu mümkün olabilir bence. Yani formatın ayarını da iyi denk getirmek gerek. Her şey evrimleşiyorsa, sudan çıkıp nefes almaya başlayacak organlarımız gelişiyorsa beyin neden hala mağara dönemindeki tepkilerdeki kodlarda kalmış be mübarek! Her boku evrimleştirerek geliştirmişsin de beyin neden milyonlarca yıl önceki halini arıyor. “Şu canlı yayında bu oldu” “Ekibimle şu rahatsızlıklarda çok başarılıyız” gibi beylik ticari sloganları da yemedim. İnsan psikolojisi bir uzmanlık alanı. Bu dalda çeşitli telkin ve metotlarla ruh sağlığı ve diğer bazı problemlere çözüm tabi ki tıp ilminde var. Ama Barış Muslu’nun metodunun genel hatları ile hiçbir işe yaramayacağını düşündüm okuduktan sonra. E diyeceksiniz ki “Sen inanmazsan olmaz” Tamam olmaz da, o zaman inandır. Bu kadar abartarak yazdığın kitaplarla beni inandırmak senin görevin. Kaldı ki zaten ben inandığım da senin metoduna ne ihtiyacım olacak. Her şey benim kafamda bitiyorsa bir zahmet buradan para devşirme be Muslu…


 VE DAĞLAR YANKILANDI
Khaled Hosseini
Everest Yayınları / 410 Sh

Khaled Hosseini; romanları çok satan ve okunan bir yazar olmasına rağmen benim artık samimi bulmadığım, Amerikan emperyalizminin dünyaya pazarladığı biri olarak gördüğüm yazar. “Bin Muhteşem Güneş” adlı romanında hissettiğim hayal kırıklığı ile karışık sinir halen gönlümde taze sayılır. Merak edenler bu eser ile ilgili yaptığım yorumumu okuyabilirler. Tekrara çok gerek yok. Zaten konumuz “Ve Dağlar Yankılandı” eserini yorumlamak. Açık söylemek gerekirse bu eseri “Bin Muhteşem Güneş” adlı eser ile aynı tarihte satın almıştım. Kitaplığımda yer alan her kitabı okuma inadım olduğu için bu eseri de okuyup aradan çıkarmak istedim. İstemeden… Çünkü artık sevmediğim bir yazarın kitaplarını takip etmeyeceğim için olumsuz bir duygu birikimi ile okudum. Hosseini yine tanıdık bildik bir Afganistan dramı yüklü roman ile karşımızda. Yine tipik Hosseini dünyasından çıkmış acı hayatlar ve karakterler… İki kardeşin peşinden birbirinden ayrılmamak için bir maceraya sürükleneceğinizi zannediyorsunuz başta. Ancak farklı karakterlerin dramını okuyorsunuz eser boyunca. Yazar her ne kadar kurgu olarak romanın sonunu hikâyenin başı ile birleştirse de özünde aslında farklı hayat ve dramları okuyacaksınız. Afganistan halkının acılarında herkes var. Ama Amerika yine yok! Sahibini kızdırmamak için özenle seçilmiş geçiştirilmiş satırlar var. 15 yaşında, kitaplarında bir anlamda reyting yaptığı insanların hayatlarına hiç benzemeyen bir yaşam sürerek diplomat bir babanın avantajı ile Amerika’ya kapak atmış yazarımız Orta Doğu’yu sömürmeye son hız devam ediyor. Tıpkı bahsetmediği yaşadığı ülkenin yaptığı gibi!


 HAYATINI SEÇEN KADIN
Sedef Kabaş
Doğan Yayınları / 329 Sh

Nehir söyleşi olarak adlandırılan otobiyografi türüne en güzel örneklerden biri ile karşı karşıyayız. Türkiye’de akademik ve bilimsel alanda değerli bir yere sahip hocalarımızla yapılan bu tür söyleşileri çok değerli buluyor, imkân oldukça örneklerine rastladığımda tereddütsüz kitaplığımıza katıp okuyorum. Bu söyleşiler bir anlamda kahramanın hayat hikâyesini size sunarken canlı bir tarih dersi de veriyor. Nermin Abadan Unat hanımefendi “hocaların hocası” olarak bilinen, bugün (yani ben kitabı okuyup bitirdiğimde) 98 yaşında olan çok değerli bir hocamız. Söyleşiyi yapan Sedef Kabaş hanımda hocamızın öğrencilerinden biri. 2009 yılında yapılan söyleşide Nermin Abadan Unat’ın bir drama dizisi olabilecek acı ve zorlukları içeren hayat hikâyesi sizi sarıp sarmalayacaktır. Bu kadar zorluğa rağmen okumak, meslek sahibi olmak, bir kadın olarak mücadele ve azmine şahit olmak çok büyük bir keyif. Hani hep bir şeylerden şikâyet eden benliğimiz var ya… İşte o benlik emin olun okurken bir köşede pusacaktır. Unat’ın hayatına ve anılarına ortak olurken; yeni kurulan Cumhuriyet’in ve değerlerinin bugün ne kadar önemli olduğunu tekrar hissedeceksiniz. Nermin hocanın aşkı, çocuk yetiştirme azmi, çok ileri yaşlarda dahi bir köşeye çekilmeyip hocalığa devam etme ve üretme gayreti taktire şayan. Onun tecrübelerinden mutlaka faydalanabilecek çok sayıda satır bulacağınıza eminim. Artık basımı olmayabilir. Bulursanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Kitaplığımızda yer aldığı için kendimi şanslı hissediyorum.


 ÜLKEM İÇİN ÇARE
Ece Güner Toprak
Palme Yayınları / 383 Sh

Ülkemizin 2 önemli seçimi öncesi (Başkanlık referandumu ve Yerel seçimler) Avukat Ece Güner Toprak iyi niyetli bir eser kaleme almış. Maalesef eserinde sunduğu somut önerilerin hiçbirisi gerçekleşmedi ve Türkiye iki seçimi de geride bıraktı. Hatta son yerel seçimin üzerinden de 1 yıl geçti. Değişen hiçbir şey olmadı. Ece hanım kitabında genel anlamda ülkedeki seçim sistemi ve kanunları ile ilgili yapılması gereken reformları bıkmadan usanmadan ve kavga etmeden yazmış ama ülkede ona kulak verecek bir siyasi atmosfer yok. Kitabın yazıldığı dönemde olmadığı gibi bugün de bu yönde bir gelişme yok. Sakıncalarından bahsettiği Başkanlık sistemi iliklerimize kadar hâkim ülkede. Her şeyi bilen, her şey hakkında görüşü ve emri olan bir başkanımız var! Kuvvetler ayrılığı diye bir durum yok artık. Yasama yürütme ve yargı tek elden yönetiliyor! Başkan neyi emrediyorsa hâkim medya eliyle kamuoyu bu emrin doğruluğuna ve yerine getirilmesi gerektiğine alıştırılıyor. Ece Güner Toprak’ın eseri bir anlamda aslında suya yazı yazmak gibi bir şey. Üzgünüm ama böyle. Konumuna göre çok büyük bir kesimin adamcılığa, yolsuzluğa, haksızlığa prim verdiği, nemalandığı bir toplumun reform derdi olduğunu düşünmüyorum. Talep güçlü olarak toplumdan gelmeyince yönetenlerde bu toplumun içinden çıktığına göre bir şey değişmiyor. Herkes kendi hırsızını kutsuyor, kendi ölüsüne ağıt yakıyor. Samimiyetin zerresi olmayan bir ülke halindeyiz. Dibine kadar kutuplaşmış bir siyaset ve partizanlık hâkim ülkede. Hal böyle olunca Ece hanımın kitabı hoş bir seda olarak kalıyor...


 GENÇ BİR DOKTORUN ANILARI
Mihail Bulgakov
İş Bankası Yayınları / 157 Sh

Tanışmakta geç kalınmış bir yazar olarak zihnime not ettim Bulgakov’u. Döneminde Rusya’dan çıkan diğer dev yazarların gölgesinde kalmış olması sanırım kendisinin şansızlığı olabilir. Ama ölümünden (1940) yıllar sonra bugün okunan ve bilinen bir yazar olması yazdıklarının gücünden şüphesiz… Tıp fakültesinden yeni mezun olmuş, henüz herhangi bir uygulama tecrübesi olmayan genç bir doktorun ilk görev yeri olan şehirden çok uzak bir kasabadaki hastalar ile ilgili anılarını okuyacaksınız. Bulgakov’un Tıp eğitimi almış olduğunu biyografisini okumadan hikayeleri okuduğunuzda da tahmin edeceksinizdir. Hikayelerdeki o güçlü hastalık ve tedavi süreci betimlemelerindeki başarının temel gücü bu olsa gerek. Yazı dili olarak Bulgakov’da Stefan Zweig gücünü hissettiğimi söylemeliyim. Genç Doktor Bomgard’ın soğuk ve kasvetli karakışta hastalar ve hastalıklar ile ilgili mücadele hikayelerinden etkileneceğinize eminim. Özellikle; Morfin, Yıldız Döküntü, Horozlu Havlu, Ben Birini Öldürdüm ve Ters Vaftiz hikayeleri çok ama çok başarılı.


 SON KUŞLAR
Sait Faik Abasıyanık
İş Bankası Yayınları / 134 Sh

Hayatınızın bir döneminde Sait Faik vapuruna binmiş olmalısınız. Benim gibi fazlaca geç kalmadan… Yaşamın sürüp giden ve çok şikâyet ettiğimiz iş ve ekmek kavgasına, stresine, zamansızlığa velhasıl kelam ruhumuzdaki bol mazeretlerin hepsine; avlanacak 1-2 balık, ada kahvesinde içilecek 1-2 bardak çay, balıkçı teknesine konacak bir martı ile beraber Sait Faik muhtemelen kahkahalarla gülecektir. Okurken bu kadar sade bir hayatın neden bizim için hayal olarak kaldığını, bu sade hayata ulaşmak bu kadar kolayken neden bizim hayatı zorlaştırdığımızı benim gibi sorgular mısınız bilemem. Belki hemen hepimizin “küçük bir sahil kasabasında…” diye başlayan “ah” “vah” çektiğimiz hayallerimizi ömür olarak yaşamış bir Sait Faik’in, o hayatın içindeki deniz kokulu hikayeleridir bizi bizden alan. Hikayelerin kahramanı kendisi midir, değiştirip mi bize aktarmıştır bilemiyorum. Ama okurken sizi o büyük ve sıkıcı şehir hayatından, somurtkanlığından kısacıkta olsa bir sandalın kenarında ağırlayarak kurtaracaktır Son Kuşlar… Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserin sonunda Abasıyanık ile ilgili küçük anılarının ekstra güzellik kattığı Son Kuşların arasında kanat çırpmak için bekleniyorsunuz.


 GÜNDÜZSEFASI
Sarah Jio
Arkadya Yayınları / 359 Sh

Amerikalı yazar Jio ile “Böğürtlen Kışı” kitabıyla tanışmıştım.  Okurken beni sıkmayan hoş üslubu nedeniyle okunabilir yazarlar arasına dahil etmiştim. Yazarın çok okunanlar listesinde yer almasının; işlediği konuların günlük hayatımızda çok yakınlarımızda bir yerlerde farkına varmamızı bekleyen hüzünlü hikayeleri bulup çıkarmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Peny ve Ada adında iki kadının hüzünlü hikayelerini takip ediyorsunuz Gündüz Sefasında... Şüphesiz bu tip romanlarda bir klasik tat alma şansınız yok. Ancak günümüzde kült roman olsun diye anlaşılmaz, ziyadesi ile bunaltan, sıkıcı romanlar okumak yerine Sarah Jio tercihi daha mantıklı olacaktır. En büyük mutsuzluğun dahi ardından yeni bir baharın geleceğini vaat ediyor roman. Kendi hayatınızda yaşadığınız hazan mevsimlerinin peşinden eseri okuduktan sonra ne derece umuda yelken açarsınız bilemiyorum. Her okuyucunun kalbinde farklı duygular hissettirecektir. Eserdeki karakterler için yazar açıkçası kimseye kıyamamış. Kötülüklerin tamamını bir sebebe bağlayıp “olur böyle şeyler” ana fikri çok hoşuma gitti diyemem. Ama keyifle sıkılmadan okuyacağınızı ve tat alacağınızı düşünüyorum.


 İMAMIN ORDUSU
Ahmet Şık
Kırmızı Kedi Yayınları / 376 Sh

Ahmet Şık; Fethullah Gülen cemaati hakkında kalem oynatan çok az insandan biri. Kitap, cemaat yapılanmasının bugün için artık pek fazla bilinmeyeni olmayan detayları anlatıyor. Cemaat hakkında Hanefi Avcı, Nedim Şener gibi isimlerinde daha önce okuduğum kitapları olduğu için bana yeni bir şey anlatmış olmadı diyebilirim. Ahmet Şık cemaat yapılanmasının zirveye ulaşmasının AKP hükümeti sayesinde olduğunu anlattığı için 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hakkındaki davalar ile zulmü en fazla yaşamış bir yazar oldu açıkçası. Özgürlüğüne en geç ulaşan cemaat mağduru olmasının temel sebebi bu olsa gerek. Kitabının kendisi içerdeyken ilk etapta basılmadan yasaklanması ise ayrı bir komedi. Zira cemaat şifrelerini daha önce kamuoyuna sunan Hanefi Avcı gibi isimler varken Şık’ın kitabının daha fazla korku salmasının temelinde sanırım AKP eleştirisini de içeriyor olması vardı o dönem. Gülen cemaatinin devletin damarlarına nasıl yerleştiğini merak edenler için okunabilir bir eser. 15 Temmuz darbesine ait detayların eklendiği genişletilmiş baskısı ile okuyabilirsiniz.


 BİLGİ UYGARLIĞI İÇİN YENİDEN YAPILANMA
Hüsnü Erkan
İmge Yayınları / 271 Sh

Zaman zaman bugün için ilginin tükendiği kitapları da okumayı tercih edebiliyorum. Prof. Dr. Hüsnü Erkan’ın bu eseri 2000 yılında yayınlanmış. Araştırdığım kadarı ile şu anda eserin güncel bir baskısı yok. Hüsnü Erkan; bilgi toplumuna geçiş ve güçlü bir ekonomi için yeniden yapılanma modeli öneriyor eserinde. Bu modeli önermeden önce eserin ilk bölümünde Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren gerçekleşen devrimler ve ekonomik modelleri “Ata Model” ismi ile tanımlıyor ve özetliyor. Cumhuriyet’in 75.yılına özel olarak kaleme aldığı bu eserinde önerdiği yapılanma modeli 2000’li yılların Türkiye’sindeki manzaraya göre önermeler içeriyor. Kitabı 2020 yılında okuyunca ister istemez yazarın önermelerinin modelinin ilgi çekici bir tarafı kalmıyor. Zaten yazarın modeli çok elle tutulur somut detaylar, öneriler içermiyor. Örneğin siyasette ve iş dünyasında liyakate göre görevlendirme, toplumsal barış, demokrasinin tam olarak işletilmesi, bilime yönelme vs. gibi başlıklar ve değerlendirmeler var. Bu detayların tamamı hemen herkesin mutabık kalacağı ve destekleyeceği şeyler. Bu detayların nasıl başarılacağına dair bir somut çözüm yok Hüsnü Erkan’ın satırlarında. Tam tersine kanıksanmış ve kitabın yazılışından 20 yıl sonra da aynı sorunların devam ettiği bir Türkiye var bugün. Dünya’da ekonomik ve kültürel alanda söz sahibi olabilmek için yüzeysel bir model önerisi sunmuş yazar. Tavsiye edebileceğim bir kitap değil bugün için…


 NOTRE DAME'IN KAMBURU
Victor Hugo
İş Bankası Yayınları / 547 Sh

Victor Hugo’nun “Sefiller” ile birlikte en bilinen diğer ölümsüz eseri şüphesiz. Bizim jenerasyonun daha çok belki de izlediğimiz filmden ya da çocuklar için kısa öykü haline getirilmiş resimli kitaplardan hatırladığı eseri kırpılmamış çevirisi ile ilk kez okumuş oldum. Hugo’nun 1831 yılında yazdığı eser okunması gereken Dünya klasikleri içinde yer alıyor. Hangi yaşta olursanız olun geç kalmış sayılmazsınız. Esmeralda’nın mutlu sonla bitmeyen hüzünlü hikayesini okurken dönemin Fransa ve Avrupa’daki adalet sisteminin ne kadar yoz bir sistem olduğunu tarihe not düşmüş Hugo... Kral ve kilisenin kıskacı arasında kalmış halkın hemen her kesiminden karakter var romanda. Roman 11 kitaptan oluşuyor. Notre Dame Katedrali ve dönemin Paris’ine ait mimari bilgilerin yer aldığı 3.kitabı atlatabildiğiniz an romanın içine tamamen gireceğinizi düşünüyorum. Bu bölüm ziyadesi ile sıkıcı. Ama sabredin ve sakın kitabı bırakmayın. Yıllar önce izlediğim filmden aklımda kalan sahneler kitabın sürükleyiciliği ve merak uyandırma dozuna olumsuz etki etmedi. Çünkü sonunu çok da hatırlamadığımı fark ettim eseri bitirdiğimde. Bu açıdan da “şimdi ne olacak?” merakım taze kaldı okuma sürecimde. Victor Hugo’nun; sağır Quasimodo’nun sağır bir yargıç tarafından sorgulanarak ceza kararı verdiği bölüm belki de Fransa hukuk tarihi için ölümsüz bir taşlama mirası olarak hafızalardan hiç çıkmayacak.


 BİYO POLİTİK SAVAŞLAR
Ramazan Kurtoğlu
Destek Yayınları / 435 Sh

Ortaya bol Amerikan soslu komplo teorisi kitabı. Açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradım. Ramazan hocanın araştırmalarını emeğini inkâr edemeyiz. Ama kitap evir çevir 435 sayfa boyunca sürekli aynı şeyleri anlatıyor. Gerçekten bir yerden sonra aynı komplo teorilerini okumak baygınlık veriyor insana. Genetiği değiştirilmiş gıdalar, tohumlar, ilaç sektöründeki sömürü gibi konular bildiğimiz ve kabul edip çaresizce korunmaya çalıştığımız detaylar. Ancak eserin tamamına yakınında sürekli bir Amerika’nın gücünü, elindeki biyolojik ve kimyasal silahları anlatıp eser boyunca bir de Amerika’nın ekonomik sosyal olarak çöküşünü pompalayıp durmak hayli saçma geldi bana. Yani o kadar güçlü bir Amerika ise neden “battı batıyor” edebiyatı yapılmış anlamış değilim. Bir ülkenin gücünü bu kadar göğe çıkarıp sonra da “Dolar dünya üzerinde etkisini yitiriyor” “Eğitim ve akademik olarak Amerika çok gerilere düştü” gibi tespitler çok eğreti durmuş. Hayatında hiç Amerika’ya gitmemiş ve gitmeyecek insanların zihninde komplolar ile bir algı oluşturulmaya çalışılmış gibi geldi bana. 17 Ağustos depremini Amerika yaptı ise, elinde böyle bir iklim doğa silahı varsa zaten gidip yatalım. Her önemli dünya gelişmesinin sonunda işi bir lobiye güce bağlayanlardan komplo teorisi üretenlerden gına geldi. Sanki olmayan silahları ve gücü varmış gibi pompalamak, teoriler üretmek sanırım bilinçli bir güç propagandası olsa gerek. Bu tip kitaplar yazanların en ünlüsü Soner Yalçın şüphesiz! Hiçbir çözüm yok. Alıntıla alıntıla yaz. Türkiye’nin bu gelişmelere karşı ne yapması gerektiğine dair somut bir öneri var mı? Yok gibi bir şey. “Kuran ve Nutuk okuyalım.” Öneri bu. “Türk halkı titre ve kendine gel” Çok basit... Tabi ki kitabın tamamı için değil yorumum. Ülkemizin su fakiri bir ülke olması, Ortadoğu’da planlanan oyunlar, tarımdaki yanlışlar ve yazılanlar çok değerli. Ama kitap kesinlikle gereksiz bir şekilde aynı detayları anlatıp durması nedeni ile sıkıcı. Komplo teorilerini yazıp yazıp “yorum okuyucunun” demiş Ramazan Hoca. Okuyucu olarak yorumum: “Çok abartmışsın hocam…”


 ZEYTİNDAĞI
Falih Rıfkı Atay
Pozitif Yayınları / 169 Sh

Falih Rıfkı Atay, 1.Dünya savaşına yedek subay olarak katılmış bir gazeteci yazar. Atay’ı daha çok Atatürk ile ilgili yazdığı eserlerden tanıyoruz. “Zeytindağı” adlı eseri yedek subay olarak 4.Orduda Cemal Paşa’nın emir subayı olduğu yıllara ait küçük bir anı derlemesi sayılabilir. Cemal Paşa 1908 Meşrutiyet ilanından sonra İttihat ve Terakki’nin en güçlü şahsiyetlerinden biri malumunuz. Osmanlı’nın son döneminde kaybedilen tüm toprakların bugün tek sorumluları gibi gösterilen ama aslında onlar olmasaydı da çöküşün olacağının belli olduğu bir dönemin başrolünde yer alan isimlerden biri. 4. Ordu komutanı iken bölgede aldığı kararlar ve uygulamalar ile hakkında birçok kitap yazılan Cemal Paşa’nın emir subayı olmak çok önemli bir tarih tanıklığı aslında. Ancak nedense Falih Rıfkı Atay bu dönemdeki anılarının sadece küçük bir kısmını bize tarihi notlar olarak sunmuş. Belki Cemal paşayı rencide etmemek için olabilir mi diye düşünmedim değil. Okunması gereken bir eser olarak not düşmeliyim. Osmanlı’nın Türkleri sadece fethettiği topraklarda bir asker olarak kullanması, bu topraklarda hiçbir yetki ve denetiminin kalmadığı 19 yüzyıla ait çöküşün kaçınılmaz olduğunu Falih Rıfkı’nın satırlarında, anılarında da net olarak göreceksiniz. Hicaz’da, Suriye’de, Sina çöllerinde, Gazze’de açıkçası sonucu belli olan ve bir hiç uğruna eriyip giden Türk askerlerinin hüznünü okuyorsunuz. Aslında hiçbir zaman bizim olmamış, sadece güçlü iken vergi aldığımız güçsüz iken hükümdarlığımızı reddetmesinler diye bir nevi vergi verdiğimiz, neler döndüğünden haberimizin olmadığı yıllar… Emperyalist güçler bu topraklara girdiğinde bugün basit bir yorumla “bizi arkamızdan vurdular” dediğimiz, aslında hiçbir zaman bizim olmayan topraklar için yitip giden Türk evlatları ve Mehmet’ler… Eseri bitirdiğimde Atatürk’ün bu ülke için Allah’ın bir lütfu olduğunu bir kez daha anlamış olacaksınız.


 VAHŞETİN ÇAĞRISI
Jack London
İş Bankası Yayınları / 108 Sh

Son okuduğum London eserinden sonra yazarın bize bıraktığı 15 kitabını da okumak gerektiğini düşündüğümü belirtmiştim. London’un başyapıtı olarak görülen eseri ile yola devam kararı almam da sanırım bir sürpriz değil. “Vahşetin Çağrısı” yine acımasız hayat koşullarının köpekler üzerinden okuyucuya sunulduğu bir roman. Buck adlı köpeğin sürekli değişen sahiplerinin yaşam mücadelesinin acımasızlığına ayak uydurabilmesini, bir nevi hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Güçlü olanın kuralı koyduğu bir Dünya düzenini hayvanlar üzerinden anlatıyor bize London. Şu ana kadar yazarın 3 kitabını okudum. Tüm kitaplarında güçlünün güçsüzü ezdiği vahşi yaşam koşulları hâkim. Belki de yazarı diğer yazarlardan ayıran; bu çıplak gerçeği bizlere kafamıza vura vura haykırması... Buck ’un son sahibinin hayata veda etmesi ile onu çağıran doğal hayatın mı bir vahşet yoksa insanlar arasında yaşadıkları mı bir vahşet sorusunun cevabı size kalıyor. Yazar eserinin ismini koyarken bana göre ironi yapmış. Çünkü Buck’u çağıran vahşet olamaz. Hacmi küçük olan bu modern klasik eseri çabucak okuyacağınıza eminim. Çevirmen Levent Cinemre’de büyük bir alkışı ve teşekkürü hak ediyor. Onlar olmasaydı bu eserleri nasıl okuyacaktık? Çevirmenlik mesleği de dünyanın en kutsal ve özel mesleklerinden biri kesinlikle.


 DENİZ KURDU
Jack London
İş Bankası Yayınları / 367 Sh

40 yıllık kısa hayatına hafızalarda yer edinen, çok okunan 15 eser bırakmış bir yazar London. Deniz Kurdu eseri de yine okunmasını tavsiye edebileceğim çok güzel bir kitap. Rahat bir hayat süren Van Wayden’in idealist hayatı, bir anlamda köle haline geldiği “Hayalet” adlı bir Uskuna’da kendi gücünden başka bir gücü düşünmeyen kaptan Wolf Larsen ile bir yaşam ve düşünce savaşına dönüşür. Van Wayden ile okyanusta hayatta kalma mücadelesini iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Bir gemi yaşamının ve zorluklarının bu kadar detaylı anlatılabilmesinin altında muhtemelen London’un tayfa olarak gemide çalıştığı yılların, kaçak istiridye avladığı, ABD körfezini dolaştığı dönemlerin etkisi çok büyük. Kaptan Wolf Larsen karakteri o kadar güçlü ve acımasız ki London’un bu karakteri yaratmasına etki eden anılarını merak ediyorsunuz açıkçası. Acaba romandaki personelin başına gelen acımasız olayların bazıları London’un da başına gelmiş olabilir mi? Onu genç yaşında aramızdan ayıran hastalıkların kökeni bu geçmişte macera adına yaşadığı acı detaylar olabilir mi? 1916 yılında aramızdan ayrılan bu büyük yazarın tüm eserlerini okumak gerektiğini düşünüyorum.


 MUHTEŞEM GATSBY
Francis Scott Fitzgerald
İletişim Yayınları / 226 Sh

44 yaşında vefat eden Fitzgerald’ın başyapıtı olarak değerlendirilen, hatta eseri bir Dünya klasiği sınıfına sokan otoriterler var. Ancak bir Dünya klasiği olma özelliği çok iddialı ve katılmadığım bir detay oldu okuduktan sonra. Başyapıt olarak değerlendirenlerin de sanırım yanlı olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bu konuda otorite değilim. Ancak yıllardır hasbel kader okuduğum onlarca klasik ve başyapıt eserlerin arasına asla katmayacağım bir eser. 1925 yılında Amerika’da yayınlandığında da gerekli ilgiyi ve beğeniyi görmemiş eser. Daha sonra nasıl yazarın başyapıtı olarak lanse edilmiş çok anlamak mümkün değil. Zengin Gatsby’nin etrafında bir aşk dörtgeni olarak özetleyebiliriz konuyu. Kitabın yarısından sonra akıcılık biraz daha zenginleşiyor. 1920’lerin Amerikan portresini çizdiği, Amerikan rüyası düşüncesini eleştiren bir eser olduğu yazılmış arka kapakta. Gatsby’nin evinde düzenlediği birkaç parti ve birkaç spor araba paragrafı ile Amerikan halkı ve yaşamı portresinin çizildiğini iddia etmek de açıkçası çok abartılı. Sanırım ilgi uyandırmak için başvurulan metinler bunlar. Kısa sürede okuyup bitirebilirsiniz. Lakin mutlaka okuyun diyebileceğim bir eser değil. Kötü demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Benim çok daha büyük beklenti içinde olduğumdan sebep hayal kırıklığı yaşadığımı hatırda tutun derim. Bir dönem sinemayada uyarlanan eserin filmini izlemediğimi de not edeyim.


 ASİ KIZLAR BİLGE KADINLAR
Kolektif
Karakarga Yayınları / 112 Sh

Bu kitabın neden basıldığının cevabı net olarak ticaret... Yazılma demiyorum. Basılma! Kitapta hayat hikayeleri anlatılan insanlar için Google’a girdiğinizde çok daha fazla bilgiye erişebilirsiniz. Kaliteli bir kâğıt, başarılı İllüstrasyon ile allayıp pullayıp okuyucuya kakalamışlar. Kakalananlardan biri de benim! Hayat hikayesi falan yok kitapta, aldanmayın sakın. Çizimler dışında emek verilmemiş, renkli broşür demek daha doğru olur bu kitaba. 35 ünlü kadınımızın adı kullanılarak sıradan bir ticari broşür basılmış, satılmış. Bir şeyler anlatmaya başlar gibi yapıp diğer portreye geçilmiş. Önsözü yok. Kaynak yok. Amacı yok. Çakma korsan bir çizgi roman sanki. 35 kadın için yazılmış satırları normal sayfa düzenine geçirseniz kitap 20- 25 sayfa belki olur. Ama 112 sayfa. Fiyatı arttırmak adına böylesine boş bir eser için ticari üçkağıt kaçınılmaz tabi! Nasıl yemişim de almışım, kendime kızmaktan yoruldum. Her birinin hayatı ansiklopedi olacak insanlara bile saygısızlık bana göre. Kolektifiniz batsın. Açıkçası çizimleri yapanın kendi reklamı için böyle bir eser basıldığını düşünüyorum. Alıp okumanıza değmeyecek gereksiz bir kitap net olarak.


 SUYU ARAYAN ADAM
Şevket Süreyya Aydemir
Remzi Kitabevi / 408 Sh

“Suyu Arayan Adam” Şevket Süreyya Aydemir’in hayat hikayesini sunuyor bizlere... Öyle bir hayat hikayesi ki yakın tarihteki birçok olayın, dönüm noktalarının izlerini takip ediyorsunuz Aydemir ile. Eseri; İlber Ortaylı’nın bir kitabında “okunması gereken” notunu gördüğüm için kitaplığımıza katmıştım. İlber hocanın neden okunmasını istediğini eseri bitirdiğimde daha iyi kavradım. Aydemir’in kendi kaleme aldığı hayatını okurken birçok önemli tarih notları ile karşılaşacaksınız. Bu notlar çok ama çok değerli. Kendi hayat yolculuğunu; her zaman istikametsiz, her zaman rüzgâra tabi bir bocalayış, kâh bir o yana kâh bir buyana çarpa çarpa iradesi dışında bir meçhule sürüklenme şeklinde değerlendiriyor yazar. Onun Büyük Turan kurma yolunda önce Anadolu’dan başlayıp Kafkaslara ve Rusya’ya uzanan yolculuğunu bir kendini arama mücadelesi olarak da yorumlayabiliriz. Yolculuğun sonu; tekrar Türkiye’de önce hapis, peşinden bir inkılap neferi, sonrasında ise toprakla hemhal bir çiftlikte nihayete eriyor. Gerçekten çok kıymetli bir eser. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma döneminde yola düşerek ayak bastığı Anadolu ile öyle bir yüzleşmesi var ki not düşmesem olmaz. “Bu yollarda biz bir borcu ödüyoruz. Yüzyıllardan beri soyulan, sömürülen, yüzyıllar boyunca yalnız mal, yalnız can vergisi için aranan şu bitmiş, şu bilinmeyen Anadolu’ya karşı, çeşmeleri gürül gürül akan İstanbul’un işlediği günahların borcunu ödüyoruz.” Muhtemelen Şevket Süreyya Aydemir’in diğer eserlerine de zaman ayırmam gerekecek. Remzi kitabevi yazı karakterini bir miktar büyütüp sayfa sayısını arttırsa çok daha iyi olur yeni baskılarda. Gözlerimin epey yorulduğunu belirtmem gerek eseri okurken.


 BAB-I ESRAR
Ahmet Ümit
Everest Yayınları / 516 Sh


Ahmet Ümit ile ilk tanışmam geçen yıl okuduğum Sultan’ı Öldürmek romanı ile olmuştu. Hoşuma giden bir özgünlük tadı almıştım bu eserinde. Artık yazarı takip etmem gerektiğini de yorumumda belirtmiştim. Bab-ı Esrar adlı romanını; açıkçası genel hayran kitlesinin kitap platformlarında yaptığı çok büyük hayranlık yorumlarından etkilenerek aldım. En güzeli bu roman ise muhtemelen çok büyük keyif alacağımı düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Tam Ahmet Ümit’i okunacaklar listeme alayım derken acaba artık başka romanını okumasam mı düşüncesine savruldum kitap bitince. Eser polisiye desen değil, gerilim desen değil, aşk romanı desen değil… Muhtemelen en fazla mistik bir Şems-i Tebrizi romanı denebilir. Ama beni bu açıdan da çok büyük bir mistik yolculuğa çıkarmadı. Olayların sürekli bir rüyalar aleminde geçmesi, heyecan dozunun düşüklüğü, kitabın genel konusu ile hiç alakası olmayan diyaloglar, “hacim artışı olsun diye mi yazılmış bu satırlar” dedirtti bana. Başlayan her bölümün nasıl sonuçlanacağını bilmek okuyucuyu hayal kırıklığına uğratıyor. Yani son düzlükte kaçırılan ana karakterimizin kurtulmasında bari biraz merak ve heyecan duysaydık. Kötülerin korkulu rüyası Tebrizi yola çıkar iyileri kurtarır kötüleri uf yapar! Hiç keyif almadım. Tabi Ahmet Ümit hayranları bana kızabilir. O da onların sorunu diyelim…


 TÜRK'ÜN ATEŞLE İMTİHANI
Halide Edip Adıvar
Can Yayınları / 333 Sh


Halide Edip Adıvar’ın; 1918-1923 yılları arasındaki Millî Mücadele dönemine ait gözlemleri ve anılarını kaleme aldığı, her Türk evladının mutlaka okuması gereken bir eser diye düşünüyorum. Bu bir roman değil. Ancak Halide Edip, İstiklal Savaşı hatıralarını bir roman tadında anlatıyor. Dönemi, çekilen çile ve zorlukları o kadar iyi aktarıyor ki; bu ülkenin kimler sayesinde hürriyetine kavuştuğunu, bize bu ülkeyi emanet edenlerin yaşadıkları zorlukları aklımızdan hiç çıkarmamamız gerektiğinin bir belgeseli kitap. Halide Onbaşı ile uzun ve yorucu bir hicret yaşıyorsunuz okurken. Konakladıkları, durmak zorunda kaldıkları her vatan toprağında halkın içinden yaşanmış hüzün dolu anıları içinizi epey acıtacak. Mücadele sırasında hayvanlar ile olan dostluğu onlarla yaşadığı detaylar içinizi ısıtacak zaman zaman. Halide Edip ilk olarak bu anılarını İngilizce kaleme almış ve yayınlanmış. Daha sonra çeviri yapmadan tekrar Türkçe olarak yazmış. Bu detayı da belirtelim. Mustafa Kemal Atatürk için salt bir Tanrıçalaştırma gibi bir dil yok anılarında. Atatürk’ün her insan gibi bazı zayıf yönlerini de kendi görüşleriyle aktarmış. Bu açıdan da çok değerli bir eser. Objektiflik eser boyunca hâkim. Özellikle milli mücadelede çok büyük önemi olan Kazım Karabekir Paşa ile ilgili kitabın sonlarında anlattığı detaylar beni çok etkiledi. Hiç bilmediğim, okuyunca kendisine hayranlığım daha da artan detaylar bunlar. Yunanistan’ın bugün mültecilere sınırlarda yaptığı insanlık dışı uygulamalar ile Millî Mücadele yıllarında bu topraklarda yaptığı zulümleri okuyunca bu insanların hiç değişmediğini fark ettim. Halide onbaşı bugün yaşasaydı muhtemelen yine insanoğlundan utanırdı.


 BUZ KAPANI
Glenn Meade
Kırmızı Kedi Yayınları / 436 Sh

Yazarın daha önce 3 kitabını okudum. Polisiye türünde takip ettiğim ve sevdiğim yazarlardan Glenn Meade. “Buz Kapanı” daha önce okuduğum Meade kitaplarına göre çok keyif vermedi bana. Kurgusu o bildik Amerikan aksiyon gişe filmlerinden hallice gibi. Bu tarz polisiye romanları okursunuz, karakterler 3 ay sonra aklınızdan çıkar. Sanırım bu eserdeki karakterler 3 ay bile misafir olmayacak zihnimde. Avukat Jennifer March, peşindeki o zalim katillerden nasıl olsa kurtulacak diye beni bir türlü heyecanlandırmadı eser. Vasat buldum eseri. Bilemiyorum, bu türde fazla okudukça beklenti daha büyüyor olabilir. Bir de eser öyle büyük bir sır olarak lanse ediliyor ki giriş ve gelişme bölümlerinde; dünyayı yerinden oynatacak bir soruşturma havası hâkim. Aslında 50 milyon dolarlık bir kara para kavgası nihayetinde. Okumak sizin tercihiniz tabi ama yazarın çok daha iyi eserleri var, benden söylemesi...


 DEVLET-İ ALİYYE
Halil İnalcık
İş Bankası Yayınları / 528 Sh

Osmanlı Tarihi konusunda Dünya üzerindeki en büyük kıymetlerimizden biri olan Halil İnalcık hocamızın Osmanlı İmparatorluğu üzerine kaleme aldığı araştırma eserleri serisinin ikinci cildi bu eser.  Beylikten köklü bir imparatorluğa dönüşünün anlatıldığı ilk cildini geçen yıl okumuştum. Bu ikinci ciltte klasik dönemin ardından padişah otoritesinin zayıfladığı hatta giderek yok olduğu 17 yüzyıl dönemi anlatılıyor. Bu dönemdeki taht kavgalarını, valide sultanların yönetimde neden söz sahibi olduğunu, askeri ve ekonomik anlamda çöküşün sebeplerini herkesin anlayabileceği bir dil ile okuyucu ile buluşturuyor Halil İnalcık. İlk cildindeki yazı dilini daha çok akademik araştırmacıların faydalanabileceği bir dil olarak not etmiştim. Bu ikinci ciltte sadeleştirilmiş herkesin anlayıp faydalanabileceği bir dil kullanmış hocamız. Bunu giriş bölümde de açıkça belirtmiş. Bu açıdan ilk cilde oranla çok daha keyifle ve kendimi vererek okudum, faydalandım diyebilirim. Tarih sevenler ve tarihi doğru kaynaklardan okuyup anlamak isteyenler için İş Bankası yayınlarının uygun fiyatını da düşünerek mutlaka kitaplıklarına katmasını tavsiye edeceğim bir eser. “Bozuluş ve Kargaşa” olarak hemen hemen tüm tarihçilerin hem fikir olduğu bu dönem için detaylarını bilmediğim birçok konuda bilgi sahibi oldum. Eser, Köprülü ailesinin mutlak hakimiyeti ve otoritesi ile veziriazamlığa geldiği tarih ile (Köprülü Mehmet Paşa-1656) sona eriyor. Son bölümde bir anlamda kaynakça olarak da değerlendirebileceğimiz; veziriazamların padişahlara, valide sultanlara yazdıkları Telhisler, Arzlar bölümünde bir miktar sıkılabilirsiniz. Ömrünün son yıllarında bu eserleri kaleme alıp bize kazandıran ve aramızdan ayrılan değerli hocamızı rahmetle ve minnetle anmak gerekir. Ölümsüz bir eser bıraktığı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Devamı olan 3 ve 4. Ciltleri de kitaplığıma mutlaka katıp okuyacağım.



 KALEDE 1 BAŞINA
Sunay Akın
İş Bankası Yayınları / 174 Sh


Sunay Akın’ın bu eseri sizi bir futbol muhabbetine götürecek sanmayın.  Yani futbol, teknik detaylar, rakipler arasında yaşanan bitmeyen polemikler, fanatizm yok bu kitapta. Bayan kitapseverler belki böyle bir detay içeriyor zanneder diye bu yorumu yapıyorum. Artık bizim için klasikleşen Sunay Akın dilini ziyadesi ile hissedeceğiniz, hüzün dozu daha yüksek olan bir eser ile karşı karşıyayız. Hemen hemen tüm kitaplarını okuduğum Akın’ın bazı eserlerinde ideolojik sloganlarından rahatsız olduğum eserleri oldu. Yazar ile ilk tanışmama vesile olan kitaplarından aldığım tadı bulamadığım kitapları da oldu. Bu sitede kitap yorumlarında arşivde yerlerini aldı bu eserler benim için “Kalede 1 Başına” Akın’ı bir okur olarak tanıdığım, sevdiğim ruh haline geri döndürdü beni. Aynı keyfi yaşadım okurken. Kalecilerin başrolünü oynadığı yazılarda kalbe dokunan birçok hikâyeye tanıklık edeceksiniz. O kaleciler ki; kimi zaman karşınıza Fazıl Say’ı kimi zaman Cemal Süreya’yı kimi zaman Pavarotti’yi, Rıfat Ilgaz’ı ve daha nicelerini çıkaracak. Futbolun temel bazı kurallarının nasıl çıktığını da keyifle okuyacağınız yazılar var eserde. Sizi gülümsetecek penaltı atışları ve kalecileri göreceksiniz. Hep hüzünlenmeyeceksiniz yani… Sunay Akın’ın eserdeki “Kaleciye Yapılan Faul” adlı son yazısının çok gerekli olmadığını düşünüyorum. Anlattığı ve yazdığı hikayeler hakkında sosyal medyada “uyduruyor” diyen insanlara bir savunma yazısı yazmak istemiş. Anlaşılan bu yorumlara çok içerlemiş ve sinirlenmiş olacak ki böyle bir uzun yazı ile karşılık vermiş. Kendisi için belki gerekli bir yazıydı. Bu açıdan eleştirmiyorum. Ama bu tip şeylerin sonu gelmez. Okuyucular en iyi hakemdir. Sunay Akın’ın bu polemiklere girmesine ve kendisini yormasına açıkçası hiç gerek yok. “Kişi kendinden bilir işi” demişler. Zevkle alın okuyun kitapları sevenler…


 GÜLÜN ADI
Umberto Eco
Can Yayınları / 733 Sh


Gülün Adı; her ne kadar günümüz edebiyat örneklerinden biri olsa da eseri modern çağın klasiği olarak tanımlamakta yanlış olmaz. Umberto Eco’nun 1980 yılında yayınlanan eserinin Türkçe ’ye çevrilmesi 1986 yılına denk geliyor. Bu kült eserin çevirisini çok büyük emek sarf ederek titizlikle yapan Şadan Karadeniz, Umberto Eco kadar teşekkürü hak ediyor. 1300’lü yıllarda, yani Orta Çağ’da bir manastırda işlenen cinayetin sır perdesini çözmek için 686 sayfa boyunca manastırın içinde iz sürüyorsunuz. Ne yalan söyleyeyim. Yıllardır bu kitabı, adının bana çağrıştırdığından mıdır nedir bir aşk romanı sandım. Orta Çağ’da bir cinayetler zincirini konu aldığını görünce kendimi garip hissettim ve okurken şaşırdım. Umberto Eco, romanı ile Orta Çağ’ın din ve mezhep kavgalarının, bildiğiniz karanlık çağın ciddi bir eleştirisini yapıyor romanda. Hristiyanlığın tüm yorumlamalarının, sapkın olanlar da dahil olmak üzere hemen hepsinin üstünden geçiyor roman boyunca. Açıkçası bugün; “Orta çağ Karanlığı” olarak tarih sayfalarında yer alan bir dönemin felsefe alt yapısının roman kahramanları arasında bolca tartışıldığı sayfalarda sıkılmadım değil. Bu bölümlerde heyecan ve sürükleyicilik dozu epey düşüyor. Yazar çok sıkılmaya başladığınız, kapıdan tam çıkacağınız sırada devam eden bölümle sizi manastırın karanlık koridorlarına, kilerine, kitaplığına geri döndürüyor. Yani manastırı terk etmenize izin vermiyor. Yer yer sıkılsam da okumaktan memnun olduğum bir eser diyebilirim. Muhtemelen yüzyıllar sonra da insanoğlunun okuyacağı bir Dünya Klasiği haline de gelecektir. Çünkü mayasında bu klasik hamuru ziyadesi ile var. Klasikler hacimli ve kalın olur. Bu da onlardan biri…


 METASTAZ
Barış Pehlivan & Barış Terkoğlu
Kırmızı Kedi Yayınları / 251 Sh


15 Temmuz hain saldırılarının ardından ülkede başlayan FETÖ operasyonlarında hep bir şeylerin eksik kaldığını düşündüm. Her kuruma sızan bu örgütün nasıl olurda siyasi partilerde bir karşılığı olmaz diye düşündüm. Zira ardı ardına tutuklanan, gözaltına alınan isimlerin içinde hükümet kanadından tek bir milletvekili, bakan, belediye başkanı ilçe teşkilat başkanı vs. kimse olmadı. Daha önceki kabinelerde çalışmış bakan, eski milletvekillerinden de olmadı. İşte bu sorumun net cevabını bu kitap bana sunmuş oldu. Güçlü olanların maddi gücüydü buna etki eden olgu. Maddi güç varsa dokunulmamanın bir diyeti olmalıydı. Yakın geçmişteki operasyonların ne kadarı samimi sorusunun cevabını üzülerek, sinirlenerek bu kitapta bulacaksınız. Okudukça darbe gecesinde şehit düşenleri düşünerek daha çok sinirleneceksiniz muhtemelen. Yazarlar gelecek nesiller içinde tarihe not düşmüşler. Sermayenin el değiştirmesinin adına FETÖ ile mücadele denmiş bize yıllardır. Kitap özetle bize bunu anlatıyor. FETÖ’ den boşalan kadroların bu kez başka cemaatlerin hakimiyet savaşına nasıl sahne olduğunu da yine kitapta okuyacaksınız. Tereddütsüz üzülerek okuyun derim.