Site Haritası

2012 Yılı Okudukları (10)


 HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR
Hanefi Avcı

Hanefi Avcı’nın eseri belki hemen hepimizin bildiği devletin kof yapısının, gücü olanın sözünün geçtiği, adaletin bu güç oranında dağıtıldığı bir ülkenin hikayesi aslında. Okurken hiç sıkılmadım ve nedense şaşırmadım. Devlet bölümünde yazılanları okurken bir vatandaş olarak hayretler içinde kalmadım. Çünkü Türkiye’de bu bölümde yazılanlara da şaşırmadan yaşamayı öğreneli çok uzun zaman oldu. Belki burada en şaşırtıcı olanı bu düzen içerisinde görev yapan bir devlet görevlisinin bunları bu kadar açık merak edenlere ifade etmesidir. Cemaat bölümünde anlatılanları da garipsemedim. Gülen cemaatinin kollarının nerelere kadar uzandığını okuduğumda da yine şaşırmadım. Bu ülkede her dönem, gücü elinde bulunduranların ekonomiyi, siyaseti, adaleti istediği gibi kullanmasına, kendisi dışındaki gruplara yaşama şansı vermediğine tanık olan, ülkedeki tek değeri ödediği vergi olan ve bunun dışında zerre bir değere sahip olmayan bireylerden biriyim. Yani sade vatandaşım. Bu sebeple ülkedeki çıkar kavgalarını sadece izleyen ama kimseye hak vermeyen biriyim. Eser kesinlikle okunmalı. Ancak belirli görüşten bağımsız olarak okunmalı ve yeni kitaplara geçilmeli…

 YALNIZ ADAM MENDERES
Nazlı Ilıcak

Adnan Menderes’in dramı ile ilgili birçok eser okudum. Merhum başbakanın idam edildiği tarihten 17 sene sonra hayata merhaba diyen biri olmama rağmen kendisi hakkında olumlu olumsuz konuşanlardan, o dönemi yaşayanların hatıralarından, okuduğum kitaplardan sonra Menderes’e hep gönlüm sıcaklık hissetmiştir. Belki bunda en büyük etken bir ülke başbakanının asılarak idam edilmesi olmuştur. Yassıada’da avukatları ile bile istediği gibi görüştürülmeyen, eşi ve çocukları ile mektuplaşmalarında 50 kelimelik sınır koyulan bir başbakan yalnız adamdır. Nazlı Ilıcak, merhum başbakanın eşi Berin hanımın Menderes’e yazdığı mektupların bir ticari mal gibi kendisine satılmasıyla bu dramı bizlere sunuyor eserinde. Dönemle ilgili birçok belgeselde Adnan Menderes’in, idamı öncesi bize yansıtılan intihar ettiği bilgisinin de yanlış olduğunu öğrendim. Hüzünlü ama Menderes’e dair önemli bir eser olarak kaydıma aldığım kitaptır. Eserin belki tek eksik yanı, Berin Menderes’in eşine gönderdiği mektupların karşılığında merhum başbakandan aldığı mektuplarında yer almamış olmasıdır. Bu yapılabilir miydi bilmiyorum ama olsaydı Berin hanımın yazdıklarının hüznü ve gerçekliği de daha net anlaşılabilirdi.


 MUŞ'TA MERYEM OLMAK
Mehmet Altan

2012 yılında okuduğum bir Mehmet Altan söyleşisinde yine Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini görmek mide bulandırıcı… Salt Kemalizm ekseninde düşünce dünyasına yön verenler okumayacaklardır, biliyorum. Söyleyenin kim olduğu değil de söylenenin ne olduğunu anlamak istediğimizde belki bazı şeyler değişecek ülkemizde. Öyle inanıyorum. Kürt sorununun temel alt yapısını, devlet eliyle yapılan yanlışların üstünü örtenlerin kaleminden ve dilinden anlayamayız. Samimice anlamak isteyenler varsa şayet, Muş’ta Meryem olmayı denemeli ve hissetmelidir. Mehmet Altan’ın çözümü sadece AB politikalarına bağlamasını kabul etmesem de, altını çizdiği çok önemli detaylar nedeniyle okunmalı kanısındayım.


 ZAFER VAAT ETMEYEN TOPRAKLAR
Namık Doymuş

Namık Doymuş ile tanıştığım ilk eserini beğendiğimi söylemeliyim. Beni kulaktan dolma bir Beyazıt-Timur savaşını tekrar araştırıp doyurucu eserler okumama teşvik eden bir roman olması bile beğenmem için yeterli bir sebep. Tarihsel romanlardaki en büyük sıkıntı, sonucun ne olduğunu ve gelişmeleri bildiğiniz sürece dair satırları okumanın, hevesinizi kırmasıdır. Bu noktada yazarın, anlatılan dönemi size aktarırken çok dikkatli ve titiz olması gerekir. Namık Doymuş bu titizliği ziyadesi ile eserinde göstermiş. Türk tarihinin iki büyük komutan ve hükümdarını, okuyucuya merakı öldürmeden, iki komutandan birini üstün gösterme gayretine girmeden aktarmış. Özetle okunası bir eser kaleme almış.


 ŞAH SULTAN
İskender Pala

İskender Pala’dan içinde yine aşkı tüm benliğinizle size hissettirecek bir roman. Bu kez Taçlı’nın siluetinde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim mücadelesinde, Çaldıran’da, Tebriz’de, Edirne’de… Öncelikle bir şeyin altını çizmek gerek. Sayın Pala romanını yazarken konunun geçtiği dönem ve karakterleri çok doğru aktarmış okuyucuya… Yani ne Selim’in karakterinde Safevi devleti ve Kızılbaşlığı ne de Şah’ın karakterinde Osmanlı’yı salt övme veya salt yerme kriterine başvurmamış. Yani romanda taraf olmamayı ilke edinmiş. Romanı okurken Türk tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan Çaldıran savaşı öncesini okuyucuya taraf tutmadan aktarmış. Bu da kitabı daha değerli kıldı benim gözümde. Okurken çok keyif aldım. Pala ile tanışanlar zaten okuyacaktır. Tanışmayanlara da tavsiye edilir. İskender Pala’’nın Dünya tarihinin yetiştirdiği en önemli 2 Türk hükümdarının mücadelesinin arasına aşkı nasıl serpiştirip okuyucuya aktardığını hissetmelisiniz.


 AVRASYALI OLMAK
Banu Avar









 ÖLÜ RUHLAR ORMANI
Jean Christophe Grange

Kayıtsız şartsız bir Grange hayranıyım. Çünkü bana polisiye gerilim türünü sevdiren yazardır kendisi. Ancak Grange okuya okuya onun karanlık ve psişik kurgularına alıştım sanırım. Zira Ölü Ruhlar Ormanı’nı bitirdiğimde en az tatmin olduğum Grange eseri olduğu kanısına vardım. Eser sıkıcı değil. Ama bir şeyler eksik sanki. En doğal ifadesiyle heyecan eksik... Her bölüm sonrası diğer bölümü ile ilgili bir türlü bende uyandıramadığı merak eksik… Son 40–50 sayfasında bende ancak uyandırdığı merakın, katilin iki dakikada hayatını kaybettiği bir final ile heder edilmesi de cabası. Sanki Grange bile “çok uzattım ve sıkıldım” der gibi,  tek bir mermi ile kitabında kusursuzca cinayetler işleyen insanüstü güçleri olan katili öldürüvermiş. Ama yine de Grange için her yeni kitabı çıktığında hazır bir primim var.


 HATTI MÜDAFAA
Nihat Genç

Sözünü budaktan esirgememek bu ülkede yazarlık yapanlar içinde belki de en çok Nihat Genç’e yakışıyor. Doğru bildiğini haykırmak çokça yazara zulüm geliyor olabilir. Ancak Nihat Genç’i sevseniz de sevmeseniz de söz konusu ülkenizin menfaatleri, bağımsızlığı ve halkların refahı ise ona kulak vermek zorundasınız. Hattı Müdafaa işte yine bildiğiniz ve sizi yanıltmayacak duygularınıza tercüman olacak bir eser. Okurken neresinin altını çizeceğinizi bilemeyeceğiniz bu nedenle bir süre sonra tekrar okumaktan hiçbir şey kaybetmeyeceğinize karar vereceğiniz bir ulusal duruş kitabıdır. Bir ülkenin hem manevi iklimine hem de tarihine küfür etmeden bugünleri yorumlayan, bugünü eleştiren Nihat Genç’e teşekkür ediyorum.


 HAYATIM
Kazım Karabekir

Kazım Karabekir, eserinin önsözünde insanların hayatı boyunca yaşadıklarını bir yere not ederek gelecek nesillere bir miras bırakmanın önemine değiniyor. Bu anlamda kendi yaşamındaki gelişmeleri not ederek gelecek nesillere bıraktığı tarihi mirasın anlamı büyük. Eseri bu vesile ile alıp okuyanlardanım. Karabekir Paşa Milli Mücadele dönemini ayrıca kaleme aldığı için bu eserinde okuyucular Milli Mücadele ve Kurtuluş savaşına ait hatıralardan yoğun olarak bahsedilmediğini bilerek okumalılar. Öncelikli uyarım budur.  Eser, Kazım Karabekir’in çocukluk, aile yapısı, babasının bir devlet görevlisi olması nedeniyle sürekli bir seyahat, yeni yerleşilen memleketlerdeki gözlemleri ile başlıyor. Eseri okuyup bitirdiğinizde üzerinde durulan asıl konunun Karabekir’in komutanlık serüveni olduğunu göreceksiniz. Askeriyeye yazılıp stajını tamamladığı döneme kadar başından geçen görevler, sıkıntılar daha ön planda. Bu dönemi anlatırken Osmanlı’nın içinde bulunduğu hantal ve içler acısı hali de yer yer okuyucu ile paylaşıyor Karabekir… Özellikle Abdülhamit döneminin jurnal baskısını Kazım Karabekir’in hatıralarından daha net görmek mümkün. Ben bir insanın kendi hayatı ile ilgili hatırlarını kaleme alırken benmerkezcilikten çok fazla sıyrılamayacağını düşünenlerdenim. Kazım Karabekir’in “Hayatım” eserinde de aynı hisse kapıldım. Eser boyunca; tüm sorunların üstesinden gelen, yaşına rağmen her dönem bulunduğu ortamda bir adım önde olan, problemleri çözme yeteneği nedeniyle herkesten saygı gören bir Karabekir satırları okuyacaksınız. Ben bu tip ben merkezli yazı dilinden hoşlanmasam da Kazım Karabekir’in Türk tarihindeki önemi ve hizmetleri nedeniyle herkesin okuması gereğine inandığım bir eser diyebilirim.


 KÜRTÇÜLÜK 1787 - 1923
Bilal Şimşir

Hemen hepimizin 90’lı yıllarda başlayan hain terör saldırıları ile gündemimize giren bugün sözde özerklik ve sonrasında hedeflenen sözde bağımsızlık mücadelesi adı altında yürütülen sinsi politikanın perde arkasını aralamak için Osmanlı’nın gerileme ve yıkılma sürecine kadar gitmeliyiz. İşte Sayın Bilal Şimşir tamda bunu yapıyor eserinde. 2 ciltten oluşan eserin ilki 1787–1923 yılları arasındaki gelişmelerle Kürtçülük akımının serüvenini anlamanıza olanak sağlıyor. 594 sayfalık eseri okuyup bitirdiğinizde dış güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Orta Asya’da çıkardıkları ve adlarını çeşitli sıfatlarla süsleyerek turuncu devrim, kadife devrim, Arap baharı gibi isimlerle şirin göstermeye çalıştıkları bir kara düzeni Türkiye topraklarına da sıçratma çalışmaları olduğunu bir kez daha anlamış oluyorsunuz. Eser bir anlamda milli mücadelenin de özetini sunuyor okuyucuya. Zira Kürtçülük akımı, gerilemiş ve tüm damarları tıkanmış basiretsiz bir yönetici kadrosunun elinde piyon olarak kullanılagelmiş en büyük hain planlardan biri olmuştur geçmişte. Sorun başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Rusya’nın işine geldiği dönemde bağımsız Kürdistan ile çözüme kavuşturulmaya çalışılmış, Türkiye’den koparılmasına kesin göz ile bakıldığında da Ermeni’lerin geleceği adına özerk ve dış güçlerin himayesinde bir Kürt bölgesi masaya yatırılmış. Asırlardır birlikte yaşayan Türk ve Kürt’ün ortak kaderi, bölgede hâkimiyet kurmak isteyen Hıristiyan güçlerin emelleri sebebiyle bugünde zamana göre ayarlanmış durumda. Senaryoyu yazanlar bu oyunda biçtikleri rolleri, belirledikleri maşalara vermekten çekinmiyor. Bu rolleri geçmişte kimlerin üstlendiğini merak edenler yanıtlarını eserde fazlası ile bulacaklardır.